Kültürel Asimilasyonun İnce Ama Keskin Çizgileri
Çin’in Xinjiang bölgesinde uyguladığı politikaların, 2025 itibarıyla “geçici bir önlem” değil, sistematik asimilasyon ve kontrol mekanizması olduğu artık pek çok akademik ve insan hakları raporunda kabul edilmektedir. Kültürel semboller yasaklanmış; camilerin ve dini yapıların görünürlüğü kontrol altına alınmış; yer isimlerinden “İslamî’’, “Türk” gibi etnik ve kültürel referanslar çıkarılmıştır [1].
Bu yaklaşım, sadece dayatılan yasalardan ibaret değildir. Eğitim sistemleri, toplumsal davranış normları, dini ibadet, giyim-kuşam ve dil kullanımı gibi kimliği oluşturan bileşenler -bunların çoğu resmi mekanizmalar tarafından yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Uygur olanın, Uygur kalabilmesi hâlâ bir direniş meselesi hâline gelmiş durumda.
Kimliğin Hukuki ve Ahlaki Zemini
Doğu Türkistan meselesi, yalnızca bir insan hakları ihlali değil; yerli bir halkın varoluş mücadelesidir. Uygur Türkleri, bu coğrafyanın tarihsel ve kültürel dokusunun asli unsurudur. Dolayısıyla yaşanan süreç, “entegrasyon” ya da “uyum” tartışmasının ötesindedir. Çin yönetiminin politikaları, yerli bir halkın kendi kimliğiyle var olma hakkına yönelik sistematik bir müdahale niteliği taşımaktadır.
Bu noktada, kimlik tartışmalarının altını doğru çizmek gerekir. Türkiye’de yaşayan farklı etnik ve kültürel gruplar -Kürtler, Araplar, Çerkesler ve diğerleri- modern devlet yapısı içerisinde vatandaşlık temelinde yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal sınırları içinde, kimlik meselesi çoğunlukla entegrasyon, aidiyet ve ulusal bütünlük ekseninde değerlendirilir. Ancak Doğu Türkistan örneği, farklıdır. Uygur halkı, Çin sınırları içinde sonradan göç etmiş bir topluluk değil; bölgenin tarihsel, kültürel ve demografik çekirdeğini oluşturan yerli unsurdur. Bu nedenle mesele, bir uyum sorunu değil; bir varlık hakkı meselesidir.
Uluslararası hukuk, yerli halkların kültürel kimliklerini koruma hakkını açıkça tanımlar. Bir halkın dili, dini, sembolleri ve tarihsel hafızası; “entegrasyon” bahanesiyle dönüştürülemez. Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı politikalar, bu çerçevede asimilasyonun kurumsallaşmış biçimi olarak değerlendirilmektedir.
Uygur halkına zorla Çince öğretilmesi, İslami sembollerin yasaklanması, dini bayramların “devlet festivali” hâline getirilmesi, kamplarda uygulanan ideolojik eğitimler -tümü, kimliğin yeniden tanımlanması girişimidir. Bu durum, uluslararası toplumun sessizliğiyle birleştiğinde, kimliksizlik üretme stratejisine dönüşmektedir.
Siyaset ve Uluslararası Denge: Yapısal Sessizlik
Uluslararası insan hakları örgütleri, birkaç devlet ve akademik çevre; bu ihlalleri belgelendiriyor. Ancak, küresel politikada ve uluslararası diplomatik ilişkilerde verilen tepkiler zayıf kalmakta, sembolik düzeyde kalmaktadır. Çin, kendi “iç güvenlik”, “etnik uyum” ve “terörle mücadele” argümanlarını kullanarak bu eleştirileri bastırıyor; sınırlarını çizenler ise çoğu zaman somut yaptırım uygulamaktan uzak duruyor.
Türkiye özelinde, dış ticaret verileri bu sessizliğin ekonomik arka planına ışık tutuyor. Çin’den yapılan ithalat milyarlarca dolar iken, ihraç edilen mallar ve hizmetler bu açığı kapatmaya yetmiyor. Türkiye, Çin’den yapılan ithalatta en büyük kaynaklardan biri; bu durum, siyasi ve diplomatik söylemle birlikte ekonomi açısından ciddi bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor [2].
Xi Jinping Dönemi: Asimilasyonun Resmî Kutlaması
2025’in son çeyreğinde, Xi Jinping’in Xinjiang’a yapmış olduğu ziyaret, Çin yönetiminin bu politikalara ne denli bağlı olduğunu açıkça gösterdi. Devlet törenleri, kültürel gösteriler, etnik azınlıkların “etnolojik” ritüellerle politik propagandaya dahil edilmesi; hepsi resmi söylemin bir parçası olarak işlev görmektedir. Çin rejimi, asimilasyon politikalarının meşruiyetini “ulusal birlik,” “etnik bütünlük” gibi kavramlarla kurarken; yerel halkın, Uygur kimliğinin kendisini ifade etme hakkı sistematik olarak dışlanmaktadır [3].
Son Söz
Her dönemin bir vicdan sınavı vardır. Bizim çağımızın sınavı, Doğu Türkistan’dır. Çünkü bir halkın kimliği sistematik biçimde silinirken sessiz kalmak, yalnızca siyasî bir tercih değil, ahlaki bir çöküşün göstergesidir.
Doğu Türkistan’da yaşananlar, sadece “başka bir yerde” olan zulüm değildir. Yerli halkın kimliğiyle; diliyle, sembolüyle; inancıyla korunmasıyla ilgilidir. Kimlik yıkılırken, sadece o halk değil, insanlığın ortak belleği zedelenir.
Uygur halkı, tarih boyunca kimliğini korumak için bedel ödemiştir. Bugün de aynı mücadeleyi sürdürmektedir. Onların direnişi, yalnızca bir etnik mücadelenin değil, insanlığın ortak onurunun temsiline dönüşmüştür.
Sessizlik, artık tarafsızlık değildir. Sessiz kalan herkes, kimliğin silinmesine ortak olur. Biz kimlik savunucularının, akademisyenlerin, siyaset bilimcilerin, hukukçuların ve vicdan sahibi bireylerin tercihi; susmamak, unutturmamak ve mümkün olan her zeminde hakikati görünür kılmaktır.
Kaynaklar
[1] Mistreanu, Simina. “Religious and Cultural Mentions Removed from Names of China’s Xinjiang Villages, Rights Groups Say.” AP News, 19 June 2024, https://apnews.com/article/china-human-rights-watch-xinjiang-villages-names-da3152596943e4d5ff9a5b232582782e. Erişim: 6 Ekim 2025.
[2] Ergocun, Gokhan. “Türkiye’s Foreign Trade Gap Narrows 22.7% in 2024.” Anadolu Ajansı, 31 Jan. 2025, https://www.aa.com.tr/en/economy/turkiyes-foreign-trade-gap-narrows-227-in-2024/3467755. Erişim: 6 Ekim 2025.
[3] Wong, Chun Han. “Xi Declares Success in Chinese Region at Center of Rights-Abuse Claims.” The Wall Street Journal, 25 Sept. 2025, https://www.wsj.com/world/china/xi-declares-success-in-chinese-region-at-center-of-rights-abuse-claims-9835b8d1. Erişim: 6 Ekim 2025.




