Zaman.
Bazen kendimize ya da çevremizdekilere bile farklı gelen bir kavramdır. Kimine göre kavram, kimine göre tanım, kimine göre yalnızlık, kimimiz için durmadan akan bir nehir, kimimiz içinse bir türlü yetişilemeyen bir yarış. Hepimizin hayatında farklı anlamlar taşısa da zamanın varlığı kaçınılmaz bir gerçek. Günler, aylar, yıllar hızla akıp giderken, bizler de bu akışın içinde savrulup duruyoruz. Peki, bu savruluşun içinde kendimize ne kadar yer açabiliyoruz?
Modern dünyanın getirdiği koşuşturmaca, bizi sürekli bir şeylere yetişme telaşına sürüklüyor. Bitirmemiz gereken işler, yetişmemiz gereken toplantılar, yerine getirmemiz gereken sorumluluklar… Liste uzayıp gidiyor. Bu yoğun tempo içinde, “an” ın kıymetini unutup geleceğe ya da geçmişe takılıp kalabiliyoruz. Oysa hayat, tam da şu an yaşanıyor. Geçmişi değiştiremeyiz, geleceği garanti edemeyiz; elimizde olan tek şey, içinde bulunduğumuz an.
Peki, zamanı daha bilinçli nasıl yaşayabiliriz? Belki de ilk adım, durup nefes almakla başlar. Telefonlarımızı bir kenara bırakıp etrafımıza bakmak, sevdiklerimizle gerçekten kaliteli zaman geçirmek, hobilerimize vakit ayırmak, doğayla iç içe olmak… Tüm bunlar, zamanın sadece bir araç değil, aynı zamanda bir armağan olduğunu hatırlatabilir.
Zaman yönetimi elbette önemli. Ancak mesele sadece yapılacaklar listesini tamamlamak değil, aynı zamanda o listeyi tamamlarken kendimize ne kadar değer kattığımız. Unutmayalım ki hayat, biten bir proje ya da ulaşılan bir hedef değil; her anı deneyimlediğimiz bir yolculuk. Bu yolculukta ne kadar iz bırakabildiğimiz ne kadar anlam katabildiğimiz ise tamamen bize bağlı.
Zaman akıp giderken, kendimize sormamız gereken belki de en önemli soru şu:
“Bu akışın içinde sadece sürükleniyor muyuz, yoksa rotamızı kendimiz mi çiziyoruz?”
Yalçın Sevim
Konuk Yazar


