Günümüzde insanlar çoğunlukla servetleri, unvanları, şöhretleri ya da fiziksel görünümleriyle değerlendiriliyor. Oysa asıl yücelik, insanın taşıdığı ahlakta, sergilediği duruşta ve savunduğu değerlerde gizlidir. Geçici olanla değil, kalıcı olanla var olmak gerçek başarıdır.
Görünene Aldanmak
Makamlar, zenginlikler, akademik başarılar… Bunlar elbette dikkate değer kazanımlardır. Ancak bu unsurlar bir kişiyi değerli kılmaya yetmez. Gerçek kıymet, insanın içinde taşıdığı erdemlerde ve davranışlarında ortaya çıkar. Ahlak, işte bu noktada en temel referans noktasıdır. İnsan, ahlakıyla yücelir; duruşuyla saygı kazanır.
Ahlak: Yaşamın Temel Direği
Ahlak, yalnızca bireysel bir tercih değil, toplumu ayakta tutan bir yapı taşıdır. Peygamber Efendimiz (sav), “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuş, Kur’an-ı Kerim de onu “üstün bir ahlaka sahip” olarak nitelemiştir (Kalem, 4). Bu ifadeler, ahlaki değerlerin dinimizdeki yerini açıkça ortaya koyar. Söz değil, duruş esastır.
Bilgi, Makam ve Ahlak
Bilgi ancak ahlakla birleştiğinde faydalı olur. Aksi takdirde kibir, ayrımcılık ve üstünlük taslama gibi zararlı davranışlara dönüşebilir. Sokrates’in dediği gibi, “Bilgi erdemle birleşmediği sürece tehlikelidir.” Aynı şekilde makam da sorumluluk bilinciyle taşınmalı, kibir ve gösterişe araç edilmemelidir.
Mevlana ne güzel ifade eder:
“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
Değerler, Karakterin Aynasıdır
İnsanı insan yapan; karşı çıktığı haksızlıklar ve savunduğu ilkelerle belirlenir. Yalan, rüşvet, torpil, yolsuzluk gibi yozlaşmalara karşı durabilmek, bir kişiliğin en önemli göstergesidir. Dürüstlük, adalet, merhamet, tevazu ve sadakat gibi değerler ise insanı gerçek anlamda onurlandırır.
İbn Haldun’un şu sözü bu gerçeği özetler:
“İnsanın değeri, uğruna çaba harcadığı şeyle ölçülür.”
Kalıcı Olan Değerdir.
Hayatta her şey değişir. Makamlar geçicidir, servet tükenir, güzellik solar. Ancak iyi bir isim, sağlam bir duruş ve güzel ahlak zaman aşımına uğramaz. Onlar, insanlık hafızasında yüzyıllar boyu saygıyla anılır. Gerçek asalet; doğuştan gelen değil, kazanılan bir içsel zenginliktir.
Bu nedenle; yüceliğin sırrı, neye sahip olduğumuzda değil, kim olduğumuzdadır.

