İstanbul’dan yaklaşık üç saatlik bir yolculukla ulaşılan Kuzey Trakya’nın kırsal dokusu, ilk andan itibaren şehrin gürültüsünü geride bırakmak isteyenler için iyi bir yanıt veriyor. Hamitabat ve Çeşmekolu köyleri arasında, 200 hektarlık bir araziye yayılan Arcadia Bağları’nın tam ortasında konumlanan Bakucha Vineyard Hotel & Spa, konaklama anlayışına dinginlik, sadelik ve doğaya uyum kavramlarını yeniden yazıyor. Bu yazı, orada geçirilen birkaç günün ardından not edilenlerden oluşuyor.
Sessizliğin Sesi
Bakucha’ya vardığınızda ilk hissedilen şey sessizlik. Ama öyle sessizlik deyince akla gelen boşluk değil; rüzgarın üzüm yapraklarını dalgalandırdığı, uzakta bir traktör sesinin yankılandığı, sabah erken saatlerde kuşların uyandırdığı bir sessizlikten bahsediyorum. Otele ait 26 odanın hepsi doğaya bakıyor ve her biri kişisel alan tanıyan özel bir terasla tamamlanıyor. Gösterişten uzak, ama detayları düşünülmüş bir tasarım dili hâkim. Duvarlar doğal malzemelerle kaplı, dekorasyonda kullanılan her obje fonksiyonel olduğu kadar çevreyle uyumlu.
Yavaşlamak Mümkün
Bakucha, sadece bir otel değil; şehirden kopmadan yavaşlamayı mümkün kılan bir yaşam alanı. Sabah kahvaltısında gelen her domates, her zeytin ve her yumurta, burada üretimin ne kadar yerel ve mevsimsel olduğunu hatırlatıyor. Menüdeki malzemelerin çoğu otelin bostanından ya da çevre köylerden geliyor. Üstelik bu döngüye dahil olmak isteyen misafirler için küçük hasat yürüyüşleri ya da doğa atölyeleri de düzenleniyor.
Arcadia çatısı altında kurulan bu yaşam modeli, sürdürülebilirliğin yalnızca bir kavram değil, uygulanabilir bir pratik olduğunu gösteriyor. Organik tarım yöntemleriyle işlenen bağlarda kimyasallardan arındırılmış topraklar ve koruma altındaki kuş türlerinin varlığı da bu yaklaşımın bir sonucu.
Doğal Tatların İzini Sürmek
“Yerel” kelimesi artık sadece menülerin köşesinde duran bir ibare değil; bazı yerlerde gerçekten hissediliyor. Arcadia Bağları’na yaptığım kısa ama yoğun ziyarette, bu hissin izini sürdüm. Doğayla uyumlu tarımın, mevsiminde hasadın ve atalık tohumların yaşadığı bir mutfakla karşılaşmak, bugünün dünyasında hâlâ mümkünmüş dedirten türden bir deneyimdi. Sarıca ve kızılca… İsmini belki ilk kez duyduğumuz ama Anadolu toprağında asırlardır var olan buğdaylar, Bakucha’nın mutfağında yeniden hayat buluyor. Hamur işlerinden makarnalara, unun dokusu değişiyor, tabaktaki hikâye derinleşiyor.
Doğadan kopmayan, mutfağını toprağın takvimine göre kuran bir yer…
Öğle saatlerinde taze porçini mantarlarının mutfağa girişi bir seremoniye dönüşüyor. Sabah toplanan mantarlar, akşam tabakta. Sadelikten yana ama lezzeti bol bir tabakta, mantarın ne kadar “yeni” olduğunu anlamak için uzman olmanıza gerek yok.
Tüm bunlar kulağa kulağa rustik bir tatil deneyimi gibi gelebilir ama aslında hikâye biraz daha derin. Arcadia’da “tat” bir sonuç değil; doğaya saygılı, sürdürülebilir bir üretim modelinin yansıması. Atalık tohumlardan mevsiminde hasada, mutfağın her detayı bir seçim: sadece bugünü değil, yarını da düşünerek yaşamak.
Bu, yavaş yaşamın ritmini, doğayla kurulan dürüst bir ilişkiyi ve yerelliğin hakkını veren bir mutfağı ve deneyimlemek isteyenler için güçlü bir çağrı…
Kurumsal Kaçışlara Açık Bir Alan
Bakucha sadece bireysel konaklamalar için değil, ekiplerin şehir dışında üretken bir nefes alabileceği ortamlar için de kurgulanmış. Doğal ışık alan iki toplantı salonu, ‘şehirden uzak ama bağlantıda’ kalmak isteyen profesyonellere hitap ediyor. Toplantıların doğa yürüyüşleri ya da tadım etkinlikleriyle desteklenmesi ise bu deneyimi alışılmış ofis atmosferinden farklı kılıyor.
Bir Yaşam Felsefesi: Arcadia
Bakucha, aslında daha büyük bir hikâyenin parçası. Zeynep Arca Şallıel’in 2000’li yılların başında başlattığı Arcadia projesi, yalnızca bir bağcılık ya da konaklama girişimi değil. Şallıel, doğayla birlikte yaşamayı temel alan bu sistemi, “tarım, üretim, ağırlama ve kültürü bir araya getiren bir yaşam alanı” olarak tanımlıyor. Bu yaklaşım, doğa gözlemlerinden gastronomiye, kırsal kalkınmadan sürdürülebilir turizme kadar birçok başlığı aynı çatı altında buluşturuyor.
Son dönemde bölgede gözlemlenen 120’ye yakın kuş türü üzerine yapılan belgeleme çalışması, bu yaşam pratiğinin ne kadar çok katmanlı olduğunu gösteriyor. “Toplantı odamızın adı bile Kırlangıç Yuvası” diyen Şallıel, doğayla iç içe üretmenin mümkün olduğunu, yaşanabilir bir modelle kanıtlamaya devam ediyor.
Kırklareli rotasına bağcılık, gastronomi ve konaklamayı bir araya getiren bir durak eklemek isterseniz, burası sessizce sizi bekliyor olabilir.
Şehirden Değil, Zamandan Kaçmak
Bakucha Vineyard Hotel’de geçirilen birkaç günün ardından, akılda kalan tek bir fikir varsa, o da zamanın burada farklı aktığı. Modern konforun doğayla çatışmadığı, aksine onunla uyumlandığı bir düzen var. Güneşin doğuşuyla başlayan ve üzüm bağlarının moruna bürünen gün batımıyla sona eren bir ritim. Her şey sade, ama eksiksiz. Tüm bu deneyim, aslında şehirden değil; hızdan, kalabalıktan ve telaştan kaçmakla ilgili… Ve Trakya’nın kalbinde, bunun mümkün olduğu bir yer var.