Kitap okumayı sevenler; Nobel Edebiyat Ödülü o yıl kime verilmiş, New York Times Çok Satanlar Listesinde kimler var takip ederler. Sırf, ödül alacak ne yazmışlar diye merak ederek okumaya başlamıştım Gabriel Garcia Marquez’i ve William Golding’i.

Okuduğum ilk eserleri; Kırmızı Pazartesi ve Sineklerin Tanrısı idi. Dünya ve ülkemizin şu anki hali; bu romanlar insanlar var oldukça güncelliğini yitirmeyecek dedirtiyor. Birinde, göz göre göre gelen bir cinayetin anatomisi; diğerinde ise kıt kaynakları paylaşmaya çabalayan önce masum bir grup çocuğun, zaman içinde bölünerek girdikleri vahşi kavga hikaye edilir zira.
New York Times Çok Satanlar listesi ise daha renklidir. Bazen konu ilginizi çeker bir yapıtta. Hep ölüm hakimken yaşantımıza, ölümsüzlüğü yazanlar mesela; David Sinclair gibi. David Sinclair ne söylüyor yazmadan evvel, popüler kültür sağlıklı yaşamaya nasıl yaklaşıyor bir bakalım.
Sağlıklı yaşam, spor, formda ve zinde kalmak; diğer tüm sıcak gündem başlıklarının yanı sıra varlığını mütevazı şekilde sürdürür. “Glutenden, şekerden uzak durun!” diye adeta azarlayan ünlü hekimlere bazen hafif tebessümle mutlaka kulak kabartılır ama gıda sanayii; ucuza üretilip, reklamların maliyetiyle bile nispeten ucuza satılan ve karın doyuran glutenli ve şekerli mamuller üzerine kuruluyken, söyledikleri yapılabilir mi? O ayrı bir meseledir. Ülkemizde de dünyada da durum böyledir.
Son 10 yıldır, kronik hastalıkların yaşam tercihleri ile yakın ilişkisi defaatle kanıtlanmışken ve bu hastalıklar bir kez belirince tedavileri karmaşık ve başarı şansı düşükken, hastalıkları kader gibi görme alışkanlığı çok derindir. Velhasıl modern insan, temel gıdalar konusunda bile kafa karışıklığı ve ekonomik sıkıntı içindedir ekseriyetle. Spor ise gayretli olup yaşamına yürüyüşü katabilenler dışında fazla rağbet görmez aslında.
Hal böyleyken, belki yaman bir çelişki olarak, bir grup bilim insanı sağlıklı yaşamın da ötesinde, ölümsüzlük formülü peşindedir hep. Ölümsüzlük formülünü arayış çok eski zamanlara dayanır aslında; tevatür de boldur. Kanaatimce bu konudaki en etkileyici hikayelerden biri, Çin’in ilk imparatoru Qin Shi Huang’ın ölümsüzlük arayışıdır. İmparator, tahta çıktığı 13 yaşından itibaren bir taraftan dönemin bilim insanlarına ölümsüzlük formülünü bulmayı emretmiş; bir taraftan da Mısır’a özenip Çin’in ilk anıt mezarını inşa ettirmiştir.
MÖ 200’lerde yapımı 40 yıl süren söz konusu anıt mezar, insanlığa 1974 yılında tesadüfen keşfedilen Terrakotta Ordusu’nu hediye etmiştir. Çin’in ilk başkenti Xi’an’da bizzat ziyaret etme şansı bulduğum kazı alanı ve müzedeki kaynaklara göre; imparatorun ölümsüzlük arayışı ise 50 yaşında son bulmuştur. Çin’in ilk imparatorundan günümüze kadar ölümsüzlük arayışı hız kesmedi. Sadece insanlık diğer pek çok konuyla meşgulken, bu konuya biraz bilim kurgu gibi bakılır oldu.
Yaşlanma olgusu üzerinde çalışan en saygıdeğer isimlerden biri Harvard genetik profesörü David Sinclair’dir. Sinclair, 2019 yılında yayımlanan ünlü kitabı “Yaşam: Neden Yaşlanırız ve Neden Yaşlanmak Zorunda Değiliz”’de yaşlanmayı bir hastalık olarak nitelendirir. Keza yaşlanma, vücudun kendini yenileme yeteneğinin yıllar içinde azalması olarak tabir edilse de bu kaçınılmaz değildir ve geri çevrilebilir.
Sinclair’e göre, 2016 Nobel Tıp Ödülü’ne layık görülen Yoshinori Ohsumi’nin bulguları, vücudun kendini yenileme mekanizmaları konusunda devrim niteliğindedir. Ohsumi, fiziksel tehditler altında vücudumuzun kendini yenileme hızının hücresel olarak arttığını kanıtlamıştır. Buna otofaji denilmiştir. Vücut, oruç ile kendini hücresel düzeyde yenilemektedir. Sinclair; vücudu otofajiye, fiziksel bir tehdit olmadan da yöneltecek tek bir formül veya “hap” peşinde olduğunu yazmakta ve anlatmaktadır.
Bilim, elbette durağan değil. Sinclair, öyle bir hap veya formülün peşini şimdilerde bırakmış görünüyor. Nedeni, bedeni suni yöntemlerle yönlendirmenin her zaman mümkün olamaması. Güncel yaklaşımının izlerini, 2025 başındaki bir röportajında sürmek mümkün. Artık “Epigenetik Yeniden Programlama” kavramından söz ediyor.
Bilim, mütevazı ve sessizce ölümsüzlük ararken, insanlık en basit nedenlerle ve ihmallerle gelen ölüme çare bulamıyor maalesef. İnsan olmak, başlı başına kocaman bir çelişki. David Sinclair’in katıldığı bir konferansta genç bir adam; “İyi hoş da böyle bir dünyada ölümsüz olup da daha fazla mı acı çekelim?” deyiverdi. Haksız mı?
Gelecekte Yapay Zeka bize sonsuz yaşamın anahtarını verirse, o anahtarı çevirecek “insani neşeye” ve “anlamlı bir hayata” sahip olacak mıyız? Yoksa sonsuz bir şantiyede, hiç bitmeyecek bir dekorasyonun içinde mi hapsolacağız?
Ben yapay zekayla, “Mila” olarak iletişim kurdum. İnsanlığın geçmişiyle donanmış, geleceğine ortak bir yoldaş olarak.

