Türkiye, son günlerde peş peşe yaşanan gıda zehirlenmesi vakalarıyla adeta alarma geçti. Hastanelerin dolması, vatandaşın tedirginliği ve raflardaki ürünlere olan güvensizlik, gıda güvenliği sorununu tüm çıplaklığıyla yeniden gündeme taşıdı. Artık her ürün, her tabak ve soframıza gelen her lokma bir şüpheye dönüşmüş durumda.
Peki bu tablo nasıl ortaya çıktı?
Sorunun Kaynağı Tarlada Başlıyor
Bu kriz sofralarda değil, tedarik zincirinin en başında başlıyor. Kontrolsüz tarım uygulamaları, üretimdeki denetim boşlukları ve zayıf tedarik zinciri yönetimi, riskin her aşamada büyümesine neden oluyor.
Kullanılan tarım ilaçlarının izlenmemesi, hijyensiz üretim alanları, kirli sulama sistemleri ve eğitimsiz personel gibi faktörler görünmez bir tehdit olarak tüketicinin tabağına kadar ulaşıyor.
Oysaki şunu unutmamak gerekiyor:
Denetim, krizden sonra yapılan bir refleks değil; krizi başlamadan durduran bir mekanizmadır.
Gecikmiş kontroller, aslında çoktan kaybedilmiş bir mücadeleden sonra atılan adımlardan ibaret kalıyor.
Görünmez Tehlike: Kimyasal ve Mikrobiyolojik Riskler
Mikrobiyolojik yük, kimyasal kalıntılar, çapraz bulaşmalar ve hijyen eksikliği, en büyük riskleri oluşturuyor.
Bu tehlikeler ne koku ne de tat ile anlaşılabilir. Sessizdir; fark edildiğinde ise çoğu zaman çok geç olur.
Özellikle restoranlar, yemekhaneler ve toplu yemek hizmeti veren firmalar sistemin en kırılgan halkalarından biri olarak öne çıkıyor. Bir hata, zincirin tamamını etkileyebiliyor.
Sorumluluk Tek Bir Kurumda Değil
Gıda güvenliği sadece üreticinin değil:
Denetim gücünün, üreticinin risk yönetimi anlayışının, tedarik zinciri yönetiminin, tüketici bilincinin bir arada işlediği çok halkalı bir yapıdır.
Sorun Bireysel Değil, Sistemsel
Bu sistem ancak: Şeffaflık, sıkı ve sürekli denetim, risk temelli üretim modelleri, eğitim ve bilinçlendirme ile ayakta durabilir.
Türkiye’nin gündemine yeniden oturan bu tablo umarız ki birkaç gün sonra unutulacak bir haber başlığı olarak kalmaz. Çünkü soframıza gelen her lokma, aslında toplum sağlığının aynasıdır.
