Görünmez Yaralar ve Toplumsal Sessizlik Bir bedenin öldürülmesi adli kayıtlara geçer. Peki ya bir ruhun katledilmesi? Tecavüz, taciz, şiddet… Bunlar yalnızca fiziksel eylemler değil; bir insanın kimliğini, güvenini, hayata tutunma iradesini sistematik biçimde yok eden ruh cinayetleri. Kurban bedenen yaşıyor olabilir ama içinde bir şey ölmüştür: Umut, masumiyet, dünyaya bakışındaki saflık… İşte asıl trajedi, bu sessiz ölümlerin toplumun gözü önünde gerçekleşmesi ve çoğu zaman “normal” sayılmasıdır.
Mağduriyetlerin ezici çoğunluğunun kadınlar, çocuklar ve hayvanlar olması tesadüf değil. Bu, güç denen canavarın en zayıf halkalara saldırmasıdır. Tacizci, tecavüzcü ya da katil, kendinden güçsüz gördüğünü seçer: Susturulabilen, itirazı duyulmayan, sesi “aile içi mesele” diye bastırılanlar… Toplum da bu seçimi onaylar gibidir: “Neden o saatte dışarıdaydı?”, “Hayvan işte, ne olacak?”, “Çocuk abartıyor, unutur.”
Kadın bedeni üzerinden tahakküm kuran eril zihniyet, çocuğun masumiyetini istismar eden sapkınlık, hayvanın çığlık atamayışından cesaret alan zulüm… Hepsi aynı zehrin farklı versiyonlarıdır. Ve en acısı, bu suçlar özel alan perdesi ardına saklanır. Sanki bir kadının dövülmesi “aile içi sorun”, bir çocuğun cinsel istismarı “ayıp”, bir sokak köpeğinin yakılması “eğlence” sayılabilirmiş gibi!
Adalet mi, Aymazlık mı? Toplumun bu cinayetlere tepkisi genelde iki uçta: Ya histerik bir linç arzusu ya da kolektif bir unutuş. Ne zaman bir kadın katledilse sosyal medyada “idam” ve “adalet” sloganları yükselir ama ertesi gün unutulur. Çocuk istismarcıları “iyi hâlden” ceza indirimi alır. Hayvana şiddet “mala zarar” sayılır. Peki ya ruhlara verilen zarar?
Tecavüz davalarında kurbanın geçmişi didik didik edilirken, failin “pişmanlığı” öne sürülür. Çocuk istismarında “rıza” arayan bir zihniyet, hayvanlara yönelik vahşeti “psikolojik rahatsızlık” diye geçiştirir. Oysa unuttuğumuz bir gerçek var: Bir toplumun ahlakı, en savunmasızlarının güvenliğiyle ölçülür.
Sessizliği Kırmak Gerekmez mi? Ruhlar Dirilir mi? Bu yaralar nasıl sarılacak? Önce dilimizi değiştirerek. “Mağdur” yerine “hayatta kalan”, “kader” yerine “suç” diyerek. Sonra eyleme geçerek: Çocuklara “bedenim bana özel” öğretilirken, erkeklere “hayır demeyi öğrenmek” değil, “hayırı duymak” öğretilmeli. Sokak hayvanları “sorun” değil, can sayılmalı.
En önemlisi, sessizliği kırmak. Bir kadın anlattığında “sus, ailen yıkılır” demeyen, bir çocuk ağladığında “yalan söylüyor” diye bakmayan, bir hayvanın yaralandığını görüp “beni ilgilendirmez” demeyen bir toplum inşa etmek… Ruh cinayetleri ancak o zaman son bulur. Çünkü öldürülen her ruh, hepimizin insanlığından bir parçayı götürür.
