MÖ 4. yüzyılda, Platon’un öğrencisi Phaidros elinde papirüse yazılmış bir metinle hocasının karşısına çıkar. Bu yeni icat, yani yazı, Platon’u derin bir endişeye sürükler. “Yazı, insanın hafızasını öldürecek” der.
Ona göre bilgi, zihinle taşınmalı; yazıya güvenmek, ezberi zayıflatacak ve gerçek bilgelikten uzaklaştıracaktır. Platon’un bu uyarısı, aslında insanın teknoloji karşısındaki ilk büyük korkularından biridir.
Bugün, aradan 2.400 yıl geçmişken, benzer bir endişeyi yapay zekâ karşısında yaşıyoruz. “ChatGPT yazarlığı bitirecek!” “MidJourney sanatın ruhunu öldürüyor!” diyoruz. Ancak tarih, Platon’un yanıldığını gösterdi. Yazı hafızayı öldürmedi; bilgiyi yaygınlaştırdı, demokratikleştirdi. Belki de şimdi sormamız gereken soru, teknoloji bize neyi unutturuyor değil, bize neyi hatırlatıyor?
Her yeni teknolojik atılım, insanlık tarihinde benzer korkuları tetiklemiştir. 19. yüzyılda trenlerin saatte 40 kilometre hızla gitmesinin insan bedenine zarar vereceği düşünülüyordu. 1920’lerde radyo dalgalarının ruhları ele geçireceği söylendi. 2000’lerde ise sosyal medyanın çocukları zombiye çevireceği korkusu yayıldı. Tüm bu endişelerin temelinde, insanın kontrol kaybı hissi yatar. Yapay zekâ da bu zincirin son halkasıdır. Çünkü daha önce bize ait olduğunu düşündüğümüz yazı yazma, resim yapma, karar verme gibi yetenekler, artık algoritmalar tarafından da taklit edilebiliyor.
Ancak yapay zekâ yalnızca bir tehdit değil, aynı zamanda yeni bir imkândır. Ortalama bir ofis çalışanı, haftada 14 saatini e-postalara, 8 saatini raporlamaya harcıyor. Yapay zekâ bu süreyi %70 oranında azaltabiliyor. Peki, bu kazanılan zamanla ne yapacağız? İşte asıl dönüşüm burada başlıyor. Tasarımcı, AI’nın sunduğu yüzlerce alternatif içinden birini seçip kendi dokunuşunu ekliyor. Yazar, ChatGPT’nin önerdiği ham metni kendi sesiyle yoğuruyor. Doktor, yapay zekânın teşhis verilerini insan sezgisiyle değerlendiriyor.
Bu, insanı tembelleştiren bir süreç değil; aksine bizi en insani yönümüze, yaratıcılığa çağıran bir olanak. Çünkü makine hızlı olabilir ama niyet, ironi, kasıtlı hata ve duygusal bağlam gibi unsurlar hâlâ insana aittir.
2022 yılında yapay zekâ ile üretilen, “Théâtre D’opéra Spatial” adlı eser, Colorado Eyalet Fuarı’ndaki sanat yarışmasını kazandığında ortalık karıştı. Kimileri, bunun gerçek sanat olmadığını savundu. Ancak aynı tartışma, 19. yüzyılda fotoğraf makinesi için de yapılmıştı. Oysa fotoğraf resmi öldürmedi, empresyonizm, kübizm gibi yeni akımların doğmasına yol açtı. Benzer şekilde, yapay zekâ sanatı da dönüştürebilir. Perspektif, renk teorisi gibi mekanik işleri üstlenerek insana, duygu ve anlam inşa etme alanı açabilir.
Platon yazının hafızayı zayıflatacağından korkmuştu ama unuttuğu şey, insan zihninin uyum yeteneğiydi. Belki biz de bugün yapay zekâ karşısında aynı hataya düşüyoruz. Asıl mesele, teknolojinin bize ne yaptığı değil, bizim onunla ne yapmayı seçtiğimizdir. Yazı bilgiyi taşınabilir kıldı; yapay zekâ zamanı taşınabilir kılıyor.
Geriye kalan tek soru şu: Zamana yeniden kavuştuğumuzda, onunla ne inşa edeceğiz?
