Bazı insanların yanında kendimizi sebepsizce iyi hissederiz, yalnızca bir gülüşleriyle içimizi ısıtırlar. Bazılarıyla birlikteyken ise tek kelime etmeseler bile modumuz düşebilir, fark etmeden kasılıp sessizleşebiliriz. Bu durum sadece “uh hali uyuşmazlığı” ile açıklanmaz; aynı zamanda bizlere beynimizin sosyal etkileşim mekanizmalarının devrede olduğunu gösteren bir süreçtir.
Duruma davranışsal açıdan bakacak olursak, insanlar çevresine göre şekil alabilen varlıklardır. Ofiste, evde veya sokakta; bulunduğumuz ortamın duygusal tonu, bizim davranışlarımızı da etkiler. Örneğin bir arkadaş grubuna katıldığımızda herkes neşeliyse, biz de fark etmeden o ruh haline uyum sağlarız. Ortamda somurtan, sürekli şikâyet eden biri varsa, bu ruh hali sessizce herkese yayılabilir; dakikalar içinde yüzlerdeki ifade değişip, neşemiz kaybolabilir. İşte bunu, duygularımızın tıpkı bir virüs gibi çevreye yayılabileceğini gösteren “Sosyal Bulaşma” kavramıyla açıklayabiliyoruz.
SOSYAL BULAŞMA NEDİR?
Karşımızdaki kişinin duygusunu ya da davranışını gözlemlediğimizde, bunun bir yansıması beynimizde de oluşur. Bu süreçte “ayna nöron” dediğimiz hücreler devreye girer. Bu nöronlar, karşımızdaki kişi bir hareket yaptığında ya da bir duygu sergilediğinde, bizdeki benzer nöronları harekete geçirir. Örneğin biri esnediğinde, istemsizce bizim de esnemek istememiz tam olarak bu sistemle ilgilidir. Beyin, davranışları aynalayarak karşımızdakini anlamayı ve ona uyum sağlamayı kolaylaştırır.
Günlük hayatta bunun sayısız örneğini görebiliriz. Mesela bir kafede otururken yan masadaki grup gülüşüp konuşuyorsa, birkaç dakika içinde bizim yüzümüzde de hafif bir tebessüm belirebilir. Ya da trafikte biri korna çalıp bağırınca fark etmeden kalbimiz hızlanabilir, kaslarımız gerilebilir. Biz farkında olmasak da karşımızdakinin duygusuna eşlik ederiz.
İşin ilginç tarafı, bu etkileşimin çift yönlü olmasıdır. Yani sadece çevremizden etkilenmeyiz; biz de çevreyi etkileriz. Mesela bir yerde gülümsediğimizde, karşımızdaki kişinin beyninde güven ve rahatlama hissini uyandırabiliriz. Benzer şekilde, birinin konuşmasını dikkatle dinlediğimizde, o kişi kendini daha sakin hissedebilir; kalp ritmi ve nefesi yavaşlayabilir. Kısacası, sadece orada bulunmamız bile ortamın duygusal havasını değiştirebilir.
Bu yüzden bazen, “Ben kimlerle zaman geçiriyorum?” sorusu, “Ben kendimi nasıl hissediyorum?”, “Ben nasıl davranışlarda bulunuyorum?” sorusuyla aynı anlama gelebilir. Çünkü birlikte olduğumuz insanlar, zamanla iç sesimizin tonunu değiştirebilir. İnsan zihni yalnız çalışmıyor; her bakış, her gülümseme, her sessizlik aramızda görünmez bir ağ örüyor. Ve bu ağın rengi zamanla, ruh hallerimizin tonu olabiliyor.
Bu yüzden çevremizi seçerken, “Kimlerle yan yana olduğumda kendimi daha huzurlu ve daha gerçek hissediyorum?” sorusunu kendimize sorabilmek önemli bir noktadır. Bazen ruh sağlığımızı korumanın en basit yolu, kiminle vakit geçirdiğimizle ilgili olabilir.

