Bazen öyle bir an gelirki, yaşam dediğin o bitmek bilmeyen koşuşturma, gündelik kaygılar, alışkanlıkla tekrarlanan sabahlar, ansızın ve beklenmedik bir yerden kesintiye uğrar.
Ve sen, bir acının gölgesinde kalırsın.
O kadar sessiz, o kadar derinden ki, kimsenin fark etmediği ama senin içinde yankılanan o sarsıntıyla…
Kesilir yaşamak.
Durur zaman.
Bir sabah uyanırsın…
Ve yıllanmış anıların enkazında açarsın gözlerini.
Ne duvarlar yerli yerindedir, ne de sen bildiğin kişi.
Tüm anlamlarını, bir gün, sonsuz bir anlamsızlıkla sarmaş dolaş bulursun.
Ve içinde, görünmeyen bir yerde takılıp kalırsın.
Bu, tıpkı sonsuzluk kapısının eşiğinde durup, yıllarca ölümü düşlemek gibi.
O eşikte çok durdum ben.
Ve artık yürümeye karar verdim.
Bazen bir bakmışsın, hayatının tam ortasında, kim olduğunu unutmuş bir yabancı gibi dikiliyorsun.
Kalabalıklar çekilir.
Gürültüler, neşeler, “iyiyim”lerle örttüğün tüm boşluklar bir bir dökülür gözlerinin önüne.
Ve o an anlarsın:
Duvarlara çarpan sesin tekrar sana döndüğünde.
Aslında en çok kendi yokluğunun yalnızı olduğunu.
Yıllar boyunca hep, “iyi” olmaya çalıştım.
Düzenli, kontrollü, anlayışlı, sabırlı…
O kadar çok “olmam” gereken şey vardı ki, ne zaman kendim olabileceğim hiç düşünmedim.
Zamanla içimdeki ses kısıldı; isteklerimin yerini beklentiler aldı, arzularımın üzeri görevlerle örtüldü.
Kimse zorlamadı beni; ben kendi içimde kendi zincirimi ördüm aslında.
Ve şimdi, o zincirlerin pasını bile hissetmiyorum bileklerimde…
Sadece ağırlığını biliyorum.
Bir gün, biri çıktı karşıma.
Beni değiştirmedi.
Beni yönlendirmedi.
Sadece gördü.
Ve ben, onun gözlerinde kendimi gördüm.
Uzun zamandır unuttuğum, belki de hiç tanımadığım yanlarımı…
Kelimelere dökülmeyen bir hafiflik, içimi saran bir sessizlikle geldi o his.
Tıpkı ağıza çalınan bir parmak bal gibi…
Geçici, ama kalıcı izler bırakan türden.
******
İnsan bazen sert görünür.
Bazen sınır koyar, bazen susar.
Ama bu her zaman bir reddediş değildir.
Bazen sadece içini korumaktır mesele.
Kimseyi isteyerek incitmedim, ama bazen, kendimi koruyamadığım yerlerde, istemeden dikenlerim battığı da doğrudur.
Fark ettiğimde durur, düzeltmek isterim.
Çünkü gerçek iyilik, sadece başkası için değil, kendin için de doğruyu seçmektir.
Hiç kimseyle yarışta olmadım zaten.
Ama artık kendi yolumu yürümekten de çekinmiyorum.
Kendi sesimi duymaktan, içime dönmekten, merkezime yerleşmekten korkmuyorum.
Çünkü her adım, biraz daha “ben” olmaya yaklaştırıyor beni.
Bir zamanlar kendimi geride bırakmanın erdem olduğuna inanmıştım.
Sessiz kalmanın, fedakârlığın, hep ikinci sırada durmanın adı, “sevgi”ydi belki de.
Ama zamanla anladım; başkaları için yok olmak, kendine ihanete dönüşüyor.
Ve ben artık kendime ihanet etmeyeceğim.
İçimde, fırtına gibi bilenmiş; kendine doğru yürümekten hiç vazgeçmemiş bir ses var.
Onu koruyacağım.
Yeniden duymayı öğreneceğim.
Üzerime örülen ne varsa, tek tek kaldıracağım.
Çünkü bu, sadece bir dönüş değil; bir hatırlayış…
Kendi varlığımı, değerimi, merkezimi yeniden çağırmak.
Belki bu yazı sadece bir metin olarak kalacak.
Ama benim için bu; bir kararın, bir iç çağrının ve en çok da kendime dönmenin cümle hâlidir şimdi.
Fatma Mertoğlu
Konuk Yazar


