Haklı Öfke Dindirilemez
Filistin, sadece haritalar üzerinde silinmeye çalışılan bir toprak parçası değildir. O, insanlık onurunun, adalet kavramının ve uluslararası hukukun en ağır sınavlarından birinin sahnelendiği bir arenadır. Burada yaşananlar, ne yazık ki, on yılları değil, nesilleri tüketen, evlerden, yurtlardan ve nihayetinde hayatlardan çalınan derin bir trajedidir. Bu trajedi, insanlık ailesinin kolektif vicdanında kapanmayan bir yara olarak kanamaya devam ediyor. Gündelik hayatın her anına sinmiş bu acı ve belirsizlik, bizi bir tavır almaya çağırıyor.
Bu çağrı karşısında duyduğumuz öfke, kör bir nefret değil, zulme ve ahlaki çürümüşlüğe karşı duyulan insani ve haklı bir tepkidir. Bir çocuğun oyun oynayamadığı, bir ailenin köklerinden koparıldığı, bir halkın hafızasının sistematik olarak yok edildiği bir yerde suskun kalmak, aslında suça ortak olmaktır. Bir kütüphanenin, bir hastanenin, tarihi bir caminin yıkıntılarına bakıp da içiniz sızlamıyorsa, insanlığınızı yeniden gözden geçirmenin zamanı gelmiş demektir. Öfkelenmek, burada bir görevdir; o, vicdanın uyanışının, adaletsizliğe “Dur!” diyen içgüdünün felsefi dayanağıdır.
Tarihin sayfaları, zalimlere boyun eğmeyen halkların destanlarıyla doludur. Filistin halkının direnişi, bu evrensel mücadelenin sadece en güncel ve en yakıcı örneğidir. Tıpkı dünyanın Beyaz ırkçı Apartheid rejimine karşı Nelson Mandela’nın sesini duyurması ve kültürel/ekonomik boykotlarla o rejimi tecrit etmesi gibi. Tıpkı Et Yemez Mahatma Gandhi’nin şiddet içermeyen sivil itaatsizliği olan “Satyagraha” ile bir imparatorluğu dize getirmesi gibi. Ya da ABD’de Martin Luther King Jr.’ın liderliğindeki on binlerce isimsiz kahramanın barışçıl direnişle bir ülkenin kaderini değiştirmesi gibi. Bu halklar, en karanlık anlarında dahi yalnız olmadıklarını biliyorlardı. Onların zaferi, kendi iradelerinin yanı sıra, dünyanın dört bir yanından yükselen dayanışmanın eseriydi. Filistin de bu tarihsel zincirin güçlü bir halkasıdır.
İşte bu noktada, haklı öfkemizi, tarihten aldığımız ilhamla disiplinli ve stratejik bir eyleme dönüştürmeliyiz. Örgütlenmek, bu çağrının somut adımıdır. Devletlerin çifte standardı ve etkisiz diplomasisi karşısında, bireyin ve sivil toplumun gücüne inanmalıyız. Bu, sosyal medya ağlarımızı Filistin’deki gerçek hikayeleri, insani krizi anlatmak için bir megafona dönüştürmek demektir. Bu, işgal ve sömürüyü finanse eden kurumları hedef alan Ekonomik ve Kültürel Boykot gibi barışçıl bir baskı aracını desteklemektir. Aynı zamanda, sesimizin ne kadar gür çıkabildiğini göstermek için sokakları ve kamuoyunu barışçıl gösterilerle harekete geçirmek ve Filistinli insanlara “Yalnız değilsiniz” mesajını somut bir şekilde iletecek dayanışma ağları oluşturmaktır.
Filistin’deki mücadele, nihayetinde, gücün hukuka, silahın ise insan onuruna karşı verdiği tarihi bir savaştır. Gelecek nesiller, bu anı okurken, sadece zulmü değil, ona karşı kimin durduğunu, kimin seyirci kaldığını da sorgulayacak. Bizler, tarihin doğru tarafında, direnenlerin, insanlık onuru için ayağa kalkanların yanında yer almalıyız. Bu mücadele, yalnızca Filistin için değil, adaletin, özgürlüğün ve insan onurunun her zaman galip geleceği bir dünya inancı için veriliyor. Bu inancı taşıyan herkesi, haklı öfkesini disiplinli bir dayanışmaya dönüştürmeli.




