Son yıllarda Türkiye ve dünyada çıkan orman yangınlarının sıklığı ve şiddeti dramatik bir biçimde arttı. Artan sıcaklık ve iklim etkisinin sebep olduğuna dair uzmanlar ve siyasetçiler konuşurken, İspanya gibi çok sıcak bir Akdeniz ülkesinde yangın olmuyor, neden?
İnsan eli, kabloların yanması vs. derken, Akdeniz ve Ege kıyılarında binlerce hektar ormanımız yok oldu gitti… Benzer şekilde komşu Arnavutluk, Yunanistan, Avustralya ve ABD gibi ülkelerde de hatta şimdi Suriye’de tarihin en büyük yangınları yaşandı ve yaşanıyor. Bir ağaç kaç yılda büyüyor hesap edin artık! Ayrıca, yüzyıllarca yanmayan orman yangınları, şu son 10 yılda inanılmaz arttı. Kimlerin ekmeğine yağ sürülüyor, kimler bundan nemalanıyor?
Diğer yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi. Zaten Pakistan önden bu mesajı vermişti. Filistin-İsrail barışı sağlasın anlamında anladım ve hala da öyle, iyi bir niyetle düşünüyorum. Netanyahu’da ‘ha şunu bileydin’ der gibi, ‘Seni Nobele aday gösterelim’ demez mi!
Nobel Ödülleri, dinamit ve patlayıcı silahların mucidi kimyager ve mühendis Alfred Nobel’in vasiyetiyle hala verilmeye devam ediyor. Yine, ‘Kendin çal kendin oyna’ konseptinde verilen ödüller, Trump’a verilse ne değişir! Dakika geçmeden lafı çevirmedeki mahareti ve gözüpek kişiliği ile tabiki de Nobel’e ben değil, o aday olmalı.
2009’da Barack Obama’ya somut bir başarısı görülmemişken, Nobel Barış Ödülü veren bir zihniyet, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard’ın; “İran, nükleer silah üretmiyor” demesine rağmen, Trump; “Ne söylediğini umursamıyorum. Bence bir tane edinmeye çok yakındılar.” şeklinde konuşması…
Sebep havadan, sudan olunca, cevaplar da böyle muallak cümlelerle oluyor işte… Varsayalım ki, İran’ın nükleer silahı var, ya sizin? Kimse çıkıp ta madem öyle sizin de var! Demiyor, diyemiyor… Neden, çünkü ‘İplerimiz ellerinde’. Bugün ‘nükleer silah’, yarın ‘burada demokrasi yok!’, bugün dost, yarın düşman…
Şunu söylemeden edemeyeceğim; “Büyük İsrail” hayali, Vadedilmiş topraklar diye diye, haritalar çizildi, uğruna savaşlar çıkarttırıldı. Katliamlar yapıldı. Ama şimdi ne görüyoruz; işler karışınca, savaşlar büyüyünce, Tel Aviv’den, Kudüs’ten insanlar bavullarını topluyor, nereye gidiyorlar dersin? Güney Kıbrıs’a! Rota, Rum kesimi. Orası “güvenli liman” gibi… Hatta bazı kaynaklara göre bu göç öyle bireysel de değil. Bayağı bir organize şekilde ilerliyor. Devlet eli değmiş gibi…
İş bununla da bitmiyor, Rum yönetimi, gelen Yahudiler için altyapı hazırlıyor. Mesela, bazı okullarda İbranice bölümler açıldığı söyleniyor. Bazı bölgelerde ise Yahudi ailelerin rahatça yerleşeceği özel mahalleler planlanıyor falan… Hatta “Yatırım yapın, oturma izni verelim” tarzı teklifler bile var.
Hiç düşündünüz mü, her yaştan herkes bilir ki; Filmlerde, hatta Çizgi filmlerde bile iyi ile kötünün mücadelesi hep vardır. Kötü karakterlerin “iyileşmesi” veya dönüşümüyle sonuçlanması, aslında insanın temel psikolojik ve ahlaki ihtiyaçlarına hitap eden derin bir anlatıdır. Şimdi ne görüyoruz; son yıllarda, kötü karakterler iyi! Daha çok seviyoruz… Neden? Çünkü ona küçükken böyle yapmışlar, intikam alıyor. Hep sebepleri var…
Bu gerçek hayata da sirayet ederek, sosyal ve siyasal alanda, bunun izlerini açıkça görüyoruz. Bir filmde izlediğim bir replikte, bir FBI ajanı diyor ki; “Eskiden insanlar birbirini sebepli öldürüyordu, şimdi sebepsiz…”
Etrafımızda hep; ‘Ben iyi insanım’ diyen bir sürü gereksiz insan… Bu kadar çok iyi insanın olduğu bir dünyada, neden bu kadar çok kötülük var! Yani diyorum ki; ‘suç hep kötülerde mi? , peki sizce?
Aysun Bekdemir
Konuk Yazar

