Eğitim, insanın kendini gerçekleştirme yolculuğudur. Ancak bu yolculuk, çoğu zaman rotasını kaybetmiş bir gemi gibi dalgalar arasında savrulmaktadır. Bugün eğitim sistemi, bireyin ihtiyaçlarını değil, sistemin beklentilerini önceleyen bir yapıya dönüşmüştür. Peki, bu sistemde insan nerede duruyor?
Mevcut eğitim anlayışı, bireyi bir yarış pistine sokar. Herkes aynı hızda koşmalı, aynı noktaya varmalı ve aynı şekilde düşünmelidir. Bu yaklaşım, farklılıkları tehdit olarak görür. Oysa ki eğitim, bireyin özgünlüğünü beslemeli, onu kalıplara değil kanatlara kavuşturmalıdır.
Okullar bilgiyle dolup taşarken, bilgelik eksikliği giderek artıyor. Bilgi, ezberlenebilir; bilgelik ise yaşanır, sorgulanır, içselleştirilir. Eğitim sistemi, öğrenciyi sınavlara hazırlarken hayata hazırlamayı ihmal ediyor. Oysa ki hayat, çoktan seçmeli değil; çok yönlüdür.
Öğretmenler, sistemin uygulayıcısı olmaktan çıkıp öğrencinin rehberi olmalıdır. Bir öğretmen, yalnızca müfredatı aktaran değil; öğrencinin iç dünyasına dokunan, ona ilham veren bir figür olmalıdır. Eğitim, duygusal bağ kurmadan etkili olamaz.
Eğitimde değişim, yukarıdan değil, içeriden başlamalıdır. Öğrencinin sesi duyulmalı, öğretmenin deneyimi değer görmeli, velinin katkısı sistemle bütünleşmelidir. Eğitim, bir toplumun aynasıdır; bu aynada ne görmek istiyorsak, onu yansıtmalıyız.




