Basılı kitabın dünyası, yalnızca gözle görülen bir metin değildir; aynı zamanda bedenle, koku hafızasıyla ve zaman algısıyla örülmüş bir deneyimdir. Bir kitabı açtığınızda aslında zihniniz kadar duyularınız da okumaya başlar. Sayfanın hışırtısı, eski kitapların o hafif sararmış kâğıdından yükselen koku, satırların arasında kalmış eski bir günün izi… Bunlar, elektronik hiçbir araçla birebir taklit edilemez.
Psikolojik açıdan bakıldığında, kâğıda dokunmak zihinde somutluk hissini pekiştirir. Bir kitabı elinizde taşırken onun ağırlığını hissedersiniz; okudukça sayfaların sağdan sola aktığını görür, zihninizde ilerlemenin görsel ve fiziksel karşılığını bulursunuz. Bu, insanın doğal öğrenme biçimiyle de uyumlu bir süreçtir. Çünkü beynimiz, dokunsal ve görsel uyaranlarla birlikte çalıştığında bilgiyi daha kalıcı hale getirir. Bu yüzden çoğu insan, basılı bir kitaptan okuduklarını daha uzun süre hatırladığını söyler.
Kültürel boyutu ise çok daha geniştir. Kitap, sadece bireysel bir nesne değil, aynı zamanda bir mirastır. Bir aile kütüphanesinde duran, kuşaktan kuşağa geçen kitapların kenarına düşülmüş küçük notlar, altı çizili cümleler… Bunlar, yalnızca bilgi değil, bir yaşamın izlerini de taşır. Ekranlarda kaybolan satırlar geçicidir; oysa sararmış bir sayfada kalemle çizilmiş bir çizgi, geçmişten bugüne açılan küçük bir kapıdır.
Kâğıdın hafızası, aslında insanın kendi hafızasını da şekillendirir. Yavaş okumayı, durup düşünmeyi, geri dönüp aynı satırları defalarca yoklamayı mümkün kılar. Hızın, tüketimin ve sürekli akan verinin ortasında, basılı kitap bir dirençtir.
Ekran ise çağımızın en büyük aynasıdır. Sürekli ışık saçan bir yüzeyde, sayfalar değil pikseller arasında dolaşır gözlerimiz. E-kitaplar, taşınabilirlikleriyle büyük bir devrimdir. Tek bir cihazın içinde yüzlerce, binlerce kitap. Yolda, yatakta, otobüste, hatta karanlıkta bile okuma imkânı… Kitap, mekâna bağlı olmaktan çıkıp her an her yerde erişilebilir bir şeye dönüşmüştür.
Ama işin psikolojik boyutunda başka bir tablo belirir. Ekranda okuma, zihnin dikkatini bölmeye yatkındır. Çünkü ekran sadece kitaba ev sahipliği yapmaz. Aynı anda bildirimlere, reklamlara, e-postalara da açıktır. Bir cümlenin ortasında telefonun titremesi, zihnin metinden kopmasına yol açar. Bu yüzden dijital okuma çoğu zaman parçalı bir dikkatle yapılır. Okur, kitabı tüketir ama derinleşemez. Zihni, satırların içinde uzun süre oyalanamaz.
Sesli kitap ise bambaşka bir alan açar. İnsanlık tarihinin en eski pratiğini yeniden gündeme getirir. Ateş başında anlatılan masallardan, destanlardan bugüne gelen bir gelenektir bu. Kulaklıktan dökülen bir ses, çoğu zaman gözün göremediği bir yakınlık yaratır. Sanki biri size özel olarak anlatıyormuş gibi. Ses, samimiyet taşır, hafızada duygusal bir bağ kurar.
Ama burada da bir paradoks vardır. Sesli kitap, insanı serbest bırakır; yürürken, yemek yaparken, bir yolculuk sırasında dinleyebilirsiniz. Fakat tam da bu özgürlük, dikkat dağınıklığını da beraberinde getirir. Kelimeler zihne uğrar ama çoğu zaman derinleşmeden geçip gider. Dinlemek, okumaya göre daha akışkan fakat daha geçici bir deneyimdir.
Kültürel açıdan bakıldığında ise e-kitap ve sesli kitap, okumanın demokratikleşmesine hizmet etmiştir. Kitaba ulaşmanın zor olduğu coğrafyalarda, bir tıkla dünyanın bütün kütüphanelerine açılan kapılardır bunlar. Sesli kitaplar, görme engelliler için eşsiz bir imkân, e-kitaplar ise maddi erişim güçlüğü yaşayanlar için daha ulaşılabilir bir alternatif. Yani dijital okuma biçimleri, bilginin sınırlarını genişletmiştir.
Ama şu soruyu unutmamak gerekir: Erişim arttıkça, derinlik azalıyor mu? Hızla ulaşmak, hızla tüketmek anlamına mı geliyor? Dijital çağın paradoksu işte tam da buradadır: Kolaylığın bedeli, yüzeyselleşme riski taşıyabilir.
Günün sonunda tartışma “Ekran mı, kâğıt mı?” meselesine sıkışmaz. Çünkü kitap dediğimiz şey kılıfından bağımsızdır. Kağıt, ekran ya da ses… Bunlar sadece taşıyıcılardır. Asıl mesele, zihnimizin o taşıyıcıyla nasıl bir bağ kurduğu, okuduklarımızın içimizde nasıl yankı bulduğudur.
Kâğıt bize yavaşlığı ve hafızayı hatırlatır. Ekran, hızın ve tüketimin dilini konuşur. Ses, köklerimizdeki sözlü kültürü çağırır. Fakat hangi biçimi seçersek seçelim, kitabın özünde değişmeyen tek şey vardır: İnsanın kendi iç sesiyle kurduğu diyalog. Okuma dediğimiz şey satırlarla değil, kendimizle konuşmaktır aslında.
Dijital çağ bize kolaylık sundu, evet. Tek tıkla kitaplar, tek dokunuşla sesler yanımızda. Ama şunu da sormamız gerekiyor: Biz bu kolaylığın içinde derinleşiyor muyuz, yoksa sadece hızla tüketip geçiyor muyuz? Bilgi, zihnimizde bir iz bırakıyor mu, yoksa günün akışında silinip gidiyor mu?
Sonunda seçim bize kalır. Kâğıdın dinginliğini mi, ekranın hızını mı, sesin akışını mı seçeceğimiz önemli değil. Önemli olan, hangi biçimde olursa olsun, kelimelerin içimizde yer edebilmesidir.
Berfin Yoldaş
Konuk Yazar




