Uluslararası sistemin temel taşı olan ‘devlet’, tarih boyunca savaşlar, krizler ve dönüşümler atlattı. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz tablo, geçmiştekilerden farklı. Devlet, yalnızca güç kaybetmiyor; yerine başka aktörler, başka yapılar geliyor. Özellikle karar alma süreçlerinin yavaşladığı, çok taraflı mekanizmaların işlevsizleştiği günümüzde, güvenlikten kamu hizmetlerine, iletişimden yargıya kadar birçok alanda devletin boşalttığı alanları yeni güç merkezleri dolduruyor.
Bu dönüşümün en çarpıcı tarafı, sahada giderek görünür hâle gelen ancak klasik anlamda ‘devlet’ olmayan aktörlerin yükselişi olmaktadır. Çatışma bölgelerinde resmi otoritelerin yerine inisiyatif alan yapılar, teknolojik altyapı sağlayan küresel ağlar, kendi veri sistemlerini kuran dijital platformlar ve gerektiğinde güvenlik hizmeti sunan özel oluşumlar… Bunların her biri, klasik kamu otoritesinin yerini doldurmakla kalmıyor, aynı zamanda yeni bir egemenlik biçimi yaratıyor.
Dünya genelinde son yıllarda yaşanan birçok olay, artık tek merkezli yönetimin çoğu yerde işlerliğini kaybettiğini gösteriyor. Ulaşım, iletişim ve bilgi altyapısı gibi alanlar, kamu kurumlarının dışındaki yapılar tarafından organize ediliyor. Geleneksel anlamda ‘devlet hizmeti’ olarak bilinen pek çok şey, artık özel ya da yarı-özerk aktörlerin inisiyatifinde yürütülüyor.
Silahlı çatışma sahalarında da benzer bir eğilim göze çarpıyor. Yerel gruplar, paramiliter yapılar, vekil kuvvetler, devletin sağlayamadığı güvenliği sağladığını iddia ederek fiili kontrol sağlıyor. Bu durum yalnızca askeri bir dönüşüm değil; aynı zamanda toplumsal bir kabullenmeyi de beraberinde getiriyor: Devletin var olmadığı yerde, meşruiyeti kim üretirse ‘otorite’ o oluyor.
Dijital Güçler, Yeni Otorite mi?
Son dönemde gelişen dijital teknolojiler, yalnızca iletişimi değil, karar alma süreçlerini de etkiliyor. Bazı ülkelerde düşük yoğunluklu davalarda otomatik sistemlerin kullanılması, dijital ağların bazı bölgelerde temel kamu hizmetlerini sağlaması, sadece teknik kolaylıklar değil, aynı zamanda yönetişimin dönüşümünü işaret ediyor.
Veri akışı artık bir güvenlik meselesidir. Kimin hangi bilgiyi kontrol ettiği, sınırların nerede başlayıp nerede bittiğinden daha önemli hâle geldi. Dijital altyapıyı yönetenler, fiilen kamusal düzeni de şekillendiriyor. Burada asıl mesele şu: Otorite, seçilmiş temsilcilerde mi kalacak, yoksa bilgi sistemlerini elinde tutan yapılarda mı?
Çok Kutupluluk Değil, Çok Aktörlülük
Bugün dünya, klasik anlamda ‘çok kutuplu’ bir düzene doğru ilerlemiyor. Çünkü bu kavram hâlâ devlet temelli bir bakışı esas alıyor. Oysa günümüz gerçeği, çok daha dağınık bir yapıya işaret ediyor: Uluslararası sistem artık hem daha kalabalık hem de daha kırılgan. Eski merkezler güç kaybederken, yeni merkezler oluşuyor ama bu merkezlerin çoğu, klasik egemenlik tanımının dışında şekilleniyor.
Artık ne bir kurumun nihai belirleyici olduğu söylenebilir, ne de kuralların herkese eşit uygulandığı. Bu nedenle, içinde yaşadığımız dönem yeni bir düzenden ziyade, eski düzenin çözüldüğü ama yenisinin kurulamadığı bir geçiş dönemidir.
Son Söz: Sessiz, Ama Radikal Bir Dönüşüm
Uluslararası ilişkiler, artık sadece diplomasinin değil; veri akışının, dijital altyapının ve toplumsal kabulün alanı hâline geliyor. Egemenlik, yalnızca coğrafi sınırlarla değil, işleyen sistemle ölçülüyor. Yeni aktörler bu sistemin işleyişine yön verdikçe, klasik devlet anlayışı daha da sorgulanır hâle geliyor.
Düzenli görünen bir dağınıklığın içindeyiz. Belki de yeni otoriteler çoktan kuruldu bile ama biz hâlâ eski tanımlarla yeni dünyayı anlamaya çalışıyoruz. Yeni düzenin neye benzeyeceğini devletler değil, sistem dışı güçler belirliyor. Ve asıl tehlike şu: O güçleri kimse seçmedi. Kimse denetlemiyor. Ama herkes onlara bağımlı hâlde yaşıyor. Eğer uluslararası toplum bu dönüşümü sadece izlemeye devam ederse, egemenlik çağının yerini yapay otorite çağı alacak. Ve bu çağ, sadece güçlü olanın değil, denetlenemeyenin hâkimiyetiyle şekillenecek.

