Bazı isimler vardır, hiçbir nüfus kâğıdına sığmaz. Bazı hayatlar vardır, bir ömre değil, bir millete ait olur. Ve bazı ölümler vardır ki, ölüm olmaktan çıkar; bir çağrıya, bir mirasa, bir sessiz antlaşmaya dönüşür. İşte şehitlik, tam da böyle bir yerdedir: Ne yalnızca toprağın altındadır, ne de sadece göğün üstünde. O, yaşayanların vicdanında atan görünmez bir kalptir.
Gençlik, çoğu zaman hızla akan bir ırmak gibidir. Önüne bakar, ardına pek dönmez. Geleceği ister, şimdiye tutunur, geçmişi bazen yük sayar. Ama bu topraklarda genç olmak, geçmişten tamamen kopmak değildir. Çünkü burada geçmiş, arkada kalan bir hikâye değil; omuzda taşınan bir emanettir. Şehitlik de bu emanetin en ağır, en kutsal parçasıdır.
Bir Ölümden Fazlası
Şehit olmak, bu coğrafyada “ölmek” fiiliyle anlatılmaz. Çünkü bu kelime, olan biteni karşılamaya yetmez. Şehitlik, yarım kalan bir gülüşün, ertelenmiş bir hayalin, yazılamamış bir mektubun adıdır. Ama aynı zamanda, hiç tanımadığımız insanların bile bize borçlu hissettiren bir duruşudur.
Bir genç düşünün… Belki yaşı sizin yaşınızdaydı. Belki sevdiği bir şarkı vardı. Belki yarım bıraktığı bir cümle. Ama o cümleyi tamamlamak yerine, başka bir cümlenin noktasına dönüştü. İşte şehitlik, tam olarak burada başlar: Kendi hikâyesini susturup, başkalarının hikâyesine alan açtığı yerde.
Bu yüzden şehitlik, kayıp değildir. Eksilme hiç değildir. O, bir milletin içinden yükselen en ağır ama en onurlu “varım” deme biçimidir.
Toprağın Hafızası
Anadolu toprağı sıradan bir toprak değildir. O, yürüdüğümüz zemin olmanın ötesinde, hatırlayan bir varlıktır. Her adımda, her nefeste, her rüzgârda bir geçmişi fısıldar. Ve bu fısıltının en derin tonu, şehitlerin adını taşır.
Bir şehitliğe girdiğinizde fark edersiniz: Orada sessizlik bile farklıdır. Gürültülü değildir, ama ağırdır. İnsan konuşmak istemez, çünkü kelimeler eksik kalır. İşte bu eksiklik, şehitliğin büyüklüğüdür. Her şeyi söyleyememek, ama her şeyi hissetmek…
Gençler için bu mekânlar, sadece ziyaret edilecek yerler değildir. Bunlar, kendimize sorular sormamız gereken duraklardır: “Ben bu hayatı nasıl yaşıyorum?” “Bana bırakılan bu ülkeye ne ekliyorum?” “Bu özgürlük, bana nereden miras kaldı?”
Kahramanlık Değil, Asalet
Şehitlik çoğu zaman kahramanlıkla yan yana anılır. Ama belki de asıl kelime “asalet”tir. Çünkü şehit, alkış beklemez. Ün peşinde koşmaz. İsmini duyurmak için değil, değerini korumak için vardır.
Bu asalet, gösterişli değildir. Sessizdir. Gösterişten uzak, ama etkisi derindir. Bir annenin başını dik tutuşunda, bir babanın gözlerini yere indirişinde, bir kardeşin büyümek zorunda kalışında saklıdır.
Genç okur için şehitlik, ulaşılmaz bir heykel değildir. Aksine, sorumluluk yükleyen bir aynadır. “Ben olsaydım?” sorusunu sordurur. “Ben bu mirasa layık mıyım?” dedirtir. Ve belki de en önemlisi, “Ben neyi savunuyorum?” diye düşündürür.
Kanla Değil, İnançla Yazılan Bir Hikâye
Şehitlik yalnızca savaşla, silahla, çatışmayla anlatılamaz. Onu büyük yapan şey, ardındaki inançtır. İnanç derken yalnızca dini bir kavramdan söz etmiyoruz. Bu, bir yaşam biçimine, bir birlikte yaşama iradesine, bir adalet duygusuna olan inançtır.
Bu yüzden şehitlik, yok etmeye değil; yaşatmaya adanmıştır. Karanlık üretmez, ışık bırakır. Korku değil, cesaret doğurur. Ve en önemlisi, gençlere “Bu ülke sana ait” deme biçimidir.
Şehit, “Ben yaşamadım” demez. “Sen yaşayabilesin diye buradayım” der. Bu cümle yüksek sesle kurulmaz. Ama her özgür nefeste hissedilir.
Gençliğe Bırakılan En Ağır Miras
Şehitlik, gençlere bırakılmış bir rahatlık değil; bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, sürekli yas tutmak değildir. Hayatı inkâr etmek hiç değildir. Tam tersine, daha bilinçli yaşamak, daha dikkatli sevmek, daha adil olmaktır.
Gençlik; eğlenirken, üretirken, hayal kurarken bile bu mirası sırtında taşıdığını bilmelidir. Çünkü bu topraklarda özgürce gülmek bile, bir bedelin sonucudur. Ve o bedel, birilerinin hayatıyla ödenmiştir.
Bu gerçek, gençliği karartmak için değil; derinleştirmek içindir. Yüzeyde kalan bir yaşam yerine, anlamı olan bir yaşam için…
Ölümü Değil, Hayatı Yücelten Bir Mertebe
Şehitlik, ölümü yüceltmez. Hayatı yüceltir. Onu değerli kılar. Çünkü kolay elde edilen şeyler kolay harcanır. Zor kazanılanlar ise korunur.
Bu yüzden şehitler, mezar taşlarında değil; okullarda, sokaklarda, şarkılarda, kitaplarda yaşar. Onlar, gençlerin omuzuna dokunan görünmez bir el gibidir. Ne baskıcıdır, ne unutulabilir.
Adı Yazılmayan Bir Ant
Şehitlik, bir yemin gibidir. Yazılmaz, ama bozulmaz. Her kuşak, bu yemini yeniden eder. Kimi farkında olarak, kimi olmadan. Ama bu topraklarda büyüyen herkes, bir gün bu sessiz antla yüzleşir.
Ve belki de şehitliğin en büyük gücü buradadır: Gençleri korkutarak değil, onurlandırarak ayakta tutmasında…
Çünkü şehitler, geride kalanlardan gözyaşı değil; duruş ister. Ve bu duruş, bir milletin en genç yerinde, kalbin tam ortasında başlar.
Yazan: Ragsana Babayeva
