Her adımda daha yükseğe, ama neden?
İnsanlık, tarihi boyunca hep bir arayışın içindeydi. Tıpkı balmumundan kanatlarıyla güneşe uçup düşen İkarus gibi, modern insan da yükselme arzusuyla kendi sınırlarını yakıyor. Bu çağın insanı, “daha fazlası” uğruna kendini tüketiyor; içini kemiren yetersizlik hissiyle çırpındıkça, motivasyon adı altında sürekli yeni hedeflerin peşinde savruluyor.
Peki bu çelişki neden var?
Neden başardıkça daha çok yetersiz hissediyoruz? Neden kişisel gelişim, bazen kişisel tükenişe dönüşüyor?
Mitolojide Prometheus’un tanrılardan çalıp insanlara verdiği ateş, medeniyetin temelini atar. Ancak bu ateş aynı zamanda bir lanettir: İnsan, sahip olduklarıyla yetinemez. Modern dünyada bu ateş, artık “potansiyelinin tamamını kullanmalısın” baskısıyla karşımıza çıkıyor.
Her gün yeni bir “kişisel gelişim” içeriğiyle karşılaşıyor, “en iyi versiyonun” peşine düşüyoruz. Fakat farkında olmadan, kusurluluğumuzu reddediyor, insan oluşumuzu inkâr ediyoruz.
Kontrolsüzce artan bir açlık duygusu oluyor.
Albert Camus, Sisifos’un kayayı tepeye çıkarmaya çalışmasını “absürt” olarak tanımlar. Modern insan da tıpkı Sisifos gibi, her sabah kendini daha verimli, daha üretken, daha “başarılı” biri olmaya zorluyor. Fakat o kaya hep geri yuvarlanıyor.
Hiçbir başarı, “artık yeterliyim” hissini tam olarak veremiyor. Motivasyon, bir süre sonra kendi kuyruğunu yiyen bir yılana dönüşüyor.
Narsis, kendi yansımasına âşık olup hayatını kaybetmiştir. Günümüz insanı da kendini aşma, parlatma ve yüceltme tutkusu içinde benliğini yitirebiliyor.
Sosyal medya, başarı hikâyeleriyle dolu. Ama bu hikâyeler, çoğu zaman bizim eksiklerimizi daha çok eksik hissetmemizi görünür kılıyor.
“Biraz daha çalışırsam bu boşluk geçer,” diye düşünüyoruz.
Oysa boşluğun kaynağı, belki de tam olarak bu sonsuz çabada gizli. Kendimizi tanıyıp, yabancılaşmamak.
Antik Stoacılar, kontrol edemediğimiz şeyler için kaygılanmanın anlamsız olduğunu savunur. Belki de kurtuluş, “daha fazlası” değil, “olanla ne yaptığımız” sorusundadır.
Epiktetos’un öğüdü hâlâ geçerli:
“Zengin olmak istiyorsan, sahip olduklarını say, istediklerini değil.” Yeterlilik duygusu, dışsal başarıdan değil, içsel anlamdan beslenir.
İkarus’a babası Daedalus şöyle tembihlemişti: “Ne çok alçaktan, ne çok yüksekten uç.”
Belki de tüm mesele bu dengede saklıdır. Kendini tüketen bir hırsla değil, kabulle yoğrulmuş bir bilgelikle ilerleyebilmek…
Kanatlarını yakmadan uçabilmek.
Gerçek motivasyon, dışsal onaydan değil, içsel bir doluluk halinden doğar. Unutmayalım ki, dünyada yapılacak o kadar çok şey var ki…
Asıl trajedi, yapamayacak kadar az zamanımızın olması değil, yapmayı seçtiğimiz şeylerin değerini bilmememizdir.
Modern insanın bitmeyen arayışı, kişisel gelişim fikriyle iç içe geçmiş durumda. Ama gelişim, sürekli bir “eksiklik” hissiyle değil, “yeterlilik” bilinciyle anlamlı hale gelebilir. Belki de büyümek, “her şeye sahip olmak” değil, “kendine yeterli olmayı öğrenmek”tir.

