Vahşi Batı kanlı yüzünü yine gözler önüne serdi. Aylardır masum halkın, çocukların üzerine bomba yağdırılmasını, bir halkın sistematik şekilde yok edilmesini dehşetle izliyoruz. Ancak bu vahşet kadar sarsıcı olan, tüm dünya siyasetinin buna sessiz kalması hatta bu vahşeti onaylaması.
Avrupa, kendi halklarının vicdani tepkilerine rağmen bu vahşete göz yummaya devam ediyor, İsrail’i destekleyen mesajlar veriyor. Türkiye’de ve pek çok Batı ülkesinde, hatta İsrail ve ABD’de bile geniş halk kitleleri İsrail’in saldırılarını protesto ediyor. İngiltere ve Fransa gibi bazı ülkelerde, İsrail karşıtı gösterilerin yasaklanmış olmasına rağmen halk sokaklara dökülüyor.
Avrupa, tarihteki Yahudi Soykırımı günahının bedelini Filistinlilere ödetircesine Filistin topraklarını adeta İsrail’e peşkeş çekiyor. Faşist Yahudi dinci Netanyahu iktidarı kan ve gözyaşından besleniyor.
İsrail’in Varlık Sebebi
İsrail Hükûmeti, yayılmacı politikasını 2000 yıllık Yahudi mitolojisine dayandırarak, Arz-ı mev’ûd (vadedilmiş topraklar) diye isimlendirilen, Nil Nehri ile Fırat Nehri arasındaki topraklarda hak iddia ediyor. Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitapları olan Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd’e göre bu bölge ilk olarak, Hz. İbrahim’e daha sonra sırasıyla Hz. İshak’a, Hz. Ya‘kūb’a, Hz. Mûsâ’ya ve onların kavimlerine vaat edilmiştir. Daha sonra Süleyman Peygamber için bu vaat yinelenmiş olup, gerçekleşmesi barış, adalet kan dökmeme gibi şartlara bağlanmıştır. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
Barış, selâmet, sükûnet anlamlarına gelen Süleyman isminin tam aksine, eşitliksiz savaş, hatta savaşın da ötesinde katliam devam etmektedir. Yahudi Siyonistler, Gazze halkı üzerinde uyguladıkları bu soykırım ve sürgün politikasını milli bir görev olarak addetmektedirler.
Yahudiliğin dar ve arızalı yorumuna dayandırılan bu Siyonist hareket, 1948 yılında Batı’nın teşvikiyle kurulan İsrail Devletinin hareket noktasını oluşturuyor. Bu temel ideoloji ile Kitabı Mukaddesin diğer emirlerini ya da bu vaadin gerçekleşmesi için uymaları gereken şartları göz ardı ederek -komşularınla iyi geçinme, kan dökmeme, adalet…- yayılmacı politikasını sürdürüyor.
Üstelik bu topraklar -kronolojik olarak düşünürsek- ilk kez Hz. İbrahim’e vaat edilmiş olduğundan, bu vaadin bir hak ortaya çıkardığına inanılıyorsa tüm İbrahimî soyundan olanları ortak -ata peygamberleri olmasından dolayı Müslüman ve Hristiyanları da- yani tüm İbrahimî dinlerin mensuplarını kapsaması gerekir.
İsrail’in resmen kurulduğu 1948’den yaklaşık yüzyıl önce İngiltere’nin desteğiyle Siyonist hareketin temelleri atıldı. Yahudi Siyonist hareketin kurucusu Teodor Herzl’in öncülüğünde ilk Yahudi yerleşimciler Filistin topraklarına yerleşerek, bölge halkına ait arazileri, hile ve gasp yoluyla ele geçirdiler ve yerli halkı güneye doğru göçe zorladılar. Bu şekilde Yahudi Devleti için yeni yerleşim bölgeleri oluşturdular. Yüzyıl gibi kısa süre sonra İsrail Devleti resmen kurulduğunda, toprakların asıl sahibi Filistinli Araplar, ister istemez bu devlete tabi, üstelik azınlık ve tehdit olarak algılanan “ikinci sınıf vatandaş” statüsüne mahkûm oldular. (Bu süreç, İsrail Devleti tarafından Müslümanlara ait taşınmazlara el konduğuna dair devlet arşiv belgeleri kaynak gösterilerek anlatılmıştır. Bkn. Ilan Pappe, Unutulmuş Filistinliler, Küre Yayınları, 2020)
Kurulduğu 1948 yılında İsrail, Filistin topraklarının sadece yüzde yedisine sahipti. Bugün bu oran yüzde seksenin üzerine çıktı. Resmî sınırları hâlâ tanımlanmamış olan bu devlet, yerleşim genişlemesi adı altında işgal politikasını sürdürmektedir.
07 Ekim 2023: İsrail-Filistin Sorununda Yeni Bir Kırılma Noktası
07 Ekim 2023, İsrail-Filistin çatışmaları tarihinde, özellikle sivil kayıplar açısından büyük bir kıyımın yaşandığı bir milat olarak görülmelidir. Bu tarihte, Filistinli Hamas siyasi ve askeri örgütü -kimine göre terör örgütü- İsrail’e karşı büyük çapta ve beklenmedik bir baskın düzenledi. İsrail’de müzik festivalinin yapıldığı sırada düzenlenen saldırıda onlarca sivil öldürüldü ve rehin alındı. Hamas bu saldırı ile hem kendi sonunu getirmiş hem de İsrail’in öteden beri uyguladığı saldırılara dünya kamuoyu nezdinde hatırı sayılır bir gerekçe yaratmıştır.
Hamas tarafından, “Aksa Tufanı Operasyonu” olarak isimlendirilen bu saldırıya sebep olarak:
İsrail’in Mescid-i Aksa’daki baskınları,
Filistinli mahkûmlara kötü muamele,
Gazze üzerindeki abluka,
Batı Şeria’da artan İsrail yerleşimcilerin Filistinlilere uyguladığı şiddet gösterildi.
Hamas lideri: “bu saldırı Filistin halkının tarihî hakları için, Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlallere ve işgale karşı verilmiş bir cevaptır” şeklinde açıkladı.
Ancak Hamas’ın bu saldırısı, sivillere yönelik olması sebebiyle uluslararası toplumun sert tepkisini çekti. Bu tepki Filistin halkının adalet talebini gölgelemiş, zaten yıllardır yalnız kalmış olan Filistinlilerin yaşadığı dramı daha da arttırmıştır.
Öte yandan İsrail istihbarat teşkilatı Mossad’ın saldırıyı önceden öğrenip önleyememesi ile Hamas’ın İsrail’e saldırmanın Filistin halkı için daha da kötü sonuçlar doğuracağını öngörememesi, aralarında danışıklı bir durum mu vardı” sorusunu akıllara getirmektedir. Bu tarihi tanıklığın altında yatan gerçekleri yıllar içinde tarih bilimi aydınlatacaktır.
Geçmişim Mazlumları
İsrail, kurulduğu günden bu yana ne uluslararası hukuk ne insan hakları normlarını tanıyor ve haksız işgaline devam ediyor. Öyle ki Filistin halkına hiçbir yaşam alanı tanınmıyor, yerleşim yerlerinin birbiriyle ulaşımı ve halkın dünyayla bağlantısı kesilmiş durumda. Su ve elektrik gibi yaşamsal ihtiyaçlar İsrail’in kontrolünde bulunuyor. Halk tecrit edilerek adeta bir açık hava hapishanesinde yaşamaya zorlanıyor. Öldürülüyor, ölümden kurtulanlar ise sessizce sürgün ediliyor. Dışarıdan gelecek yardımlar engelleniyor, gıda kuyruklarında bekleyen insanlar hedef seçilip öldürülüyor.
Esasında dün gaz odası neyse bugün de fosfor bombası odur. Dün Yahudilere yapılan soykırım ne kadar vahşetse bugün Filistinlilere yapılan da aynı vahşettir. George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanında betimlemiş olduğu gibi geçmişte zulme uğrayanlar, gün gelip haksız bir güce kavuştuklarında, zulmetmeye kendilerinde hak görürcesine kendi zalimlerinden daha zalim olabiliyorlar, aynı İsrailliler gibi.
Nazilerin, Yahudileri “kökünün yok edilmesi müstahak” olarak gören, ırkçı faşizan anlayış ve bu anlayışla gerçekleştirdikleri yok etme faaliyeti ile bugün İsrail’in Filistinlileri “hayvansı insanlar” olarak görmesi ve onlara hayat hakkı tanımayan faşist dinci anlayış birbiriyle aynıdır.
Pek çok konuda birbirinden ayrışan batılı devletler, konu İsrail olunca birleşerek katliama destek oluyorlar, Filistinlilerin yok edilişine göz yumuyorlar. Yoksa tepkiler ve itirazlar iç siyasete yönelik şova dönüşüyor.
Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar ne zaman harekete geçecek? Sosyal medya sayesinde artık hiç kimse “görmedim, bilmiyorum” deme şansına sahip değildir. Yerle bir edilmiş şehirler, beton yığınına dönmüş okullar, hastaneler ve elli bini aşkın insanın yok edilişinden hepimiz haberdarız.
Orta Doğu’nun Dizayn Edilmesi
Irak, Filistin, Libya, Mısır, Suriye derken şimdi de İran. Ancak İran, daha önce müdahaleye uğrayan Arap ülkeleri gibi “zayıf halka” değil. İsrail’in saldırısına karşılık veriyor. Bundan sonraki süreçte neler yaşanacağını kestirebilmek zor. Örneğin:
ABD’nin “Orta Doğu’daki uzantısı” İsrail’e desteği ve İran’a müdahalesi devam edecek mi?
Rusya ve Çin gibi ülkeler İran’ı destekleyecek mi, desteklerlerse bu 3. Dünya Savaşı demek mi olur?
Orta Doğu’nun haritası nasıl şekillenecek?
İsrail hükûmeti değişir mi? İran’da rejim değişir mi?
Bilinmez. Bilinen bir gerçek var: BM ve diğer uluslararası kuruluşların hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır ve emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denilen senaryo ile Orta Doğu’yu dizayn etme hadsizliği sona ermeyecektir.
Kaynakça:
1-Hüsnü Mahalli Filistin Benimdir.
2- Ilan Pappe, Unutulmuş Filistinliler.
3- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
4-Avi Shlaim, Filistin’i Bölüşmek.
5-Collins-Lapıerre, Kudüs…Ey Kudüs.
6-Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları.
