İngiltere’de yapılan yeni bir kamu soruşturması, 1970-1991 yılları arasında 30 bin kişinin sağlık hizmetleri alırken HIV ile hepatit bulaşmış kanla tedavi edilmesinin ve enfekte olmasının büyük ölçüde önlenebileceğini tespit etti.
‘Enfekte kan skandalı’ diye bilinen ve ülke tarihinin en kötü tedavi felaketi olduğu belirtilen olaya ilişkin 20 Mayıs’ta yayımlanan raporda yaklaşık 3 bin kişinin kontamine kan naklinden sonra hayatını kaybettiği belirtiliyor. Ölü sayısının bundan sonra artması bekleniyor.
Eski yargıç Brian Langstaff tarafından hazırlanan raporda doktorların, Ulusal Sağlık Servisi (NHS) ve diğer sağlık kurumlarının ve peş peşe gelen hükümetlerin olaydan etkilenen kişileri “defalarca” yüzüstü bıraktığı belirtiliyor. Langstaff, sağlık sisteminde “felaket” ile sonuçlanan bir dizi başarısızlık tespit ediyor.
Rapora ilişkin açıklama yapan İngiltere Başbakanı Rishi Sunak olanları “yıllardır süren ahlaki bir başarısızlık” diye nitelendirdi.
Hükümet bugün olaydan etkilenenler için hazırlanan tazminat paketini açıkladı.
210 BİN STERLİN ÖDENECEK
Hükümetin ödemelerden sorumlu yetkilisi John Glen, Avam Kamarası’nda yaptığı açıklamada olaydan etkilenenlerin hala her hafta enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybettiğini ve bazılarının tazminat alacak kadar yaşayamayacaklarını söyledi.
Glen bu nedenle hükümetin, nihai programın oluşturulmasından önce “yaşayan hak sahiplerine” yapacağı 210 bin sterlin tutarındaki ara ödemelerin 90 gün içinde yapılacağını duyurdu.
İlk nihai ödemelerin ise 2024 yılı bitiminden önce yapılması bekleniyor.
Peki 1970’ten bu yana neler yaşandı, bundan sonrası için ne bekleniyor? Raporda öne çıkan bulguları derledik.
HASTALAR ‘KABUL EDİLEMEZ RİSKLERE’ MARUZ KALDI
Enfekte kan skandalı İngiltere sağlık sisteminde en büyük tedavi felaketi olarak biliniyor.
Enfekte Kan Soruşturması, 1970’lerden itibaren binlerce insanın kontamine kan ve kan ürünleri naklinden enfeksiyon kapmasının öncesinde, sırasında ve sonrasında 50 yılı aşkın bir süre boyunca alınan kararları inceliyor.
Beş yıl süren çalışmanın sonucunda, kan ve kan ürünleri naklinde viral enfeksiyonların bulaşma riskinin NHS’nin kurulduğu 1948 yılından bu yana bilindiğine işaret ediliyor ve karar alma sürecinde güvenliğin ön planda olmadığı belirtiliyor.
Kan ve kan ürünlerinin güvenlik riskine rağmen yıllarca hastalara verilmeye devam edildiği aktarılıyor.
Rapor, bu durumun hastaları “kabul edilemez risklere” maruz bıraktığını kaydediyor.
Bu riskler şöyle sıralanıyor:
- Mahkumlar ve uyuşturucu bağımlıları gibi yüksek riskli donörlerden alınan kanın kullanıldığı yurt dışından kan ürünleri ithalatını durdurmak için yeterince çalışma yapılmadı.
- İngiltere’de 1986 yılına kadar mahkumlar gibi yüksek riskli gruplardan kan bağışı kabul edildi.
- Risklerin 1982 yılında bilinmesine rağmen, HIV’i ortadan kaldırmak için kan ürünlerinin ısıtma işlemine tabi tutulması 1985 yılının sonunu buldu.
- 1970’lerden itibaren hepatit riskini azaltmak için çok az test yapıldı.
- Hükümet, 1983 yılında İngiltere’nin en iyi bulaşıcı hastalık uzmanlarından biri olan Dr. Spence Galbraith’in HIV riski “açıklığa kavuşturulana” kadar ithal edilen tüm ABD kan ürünlerinin NHS kullanımından çekilmesi gerektiği yönündeki uyarılarını görmezden geldi.
‘KAZA DEĞİLDİ’
Raporda çeşitli kurumların gerçeği sakladıkları ayrıntılı olarak şöyle anlatılıyor:
- Açıklık, sorgulama, hesap verebilirlik konusunda eksiklikler kaydediliyor ve belgelerin imha edilmesi de dahil olmak üzere “düpedüz aldatma” unsurları olduğu belirtiliyor.
- “Gerçeği gizlemek” sadece kasıtlı olarak gizlemeyi değil, gerçekleri sadece kısmen söylemeyi veya insanlara bilmeye hakları olan şeyleri söylememeyi de içeriyordu.
- İnsanların gördükleri tedavinin riskleri, hangi alternatiflerin mevcut olduğu ve hatta zaman zaman enfekte oldukları gerçeği gizleniyordu.
Raporu hazırlayan Sir Brian Langstaff, enfekte kan vakalarının ‘kaza olmadığını’ söylüyor.
“Yetkililer, doktorlar, kan hizmeti sağlayıcıları ve birbirini izleyen hükümetler hasta güvenliğini ilk sıraya koymadıkları için bu enfeksiyonlar meydana geldi” diyen Langstaff, yetkililerin tepkisinin “insanların acılarını daha da arttırdığını” söylüyor.
Raporda, kanama bozukluğu olan yaklaşık 380 çocuğun, kan ürünleri verildikten sonra HIV’e yakalandığı kaydediliyor.
Birçoğunun çocukluk ya da genç yetişkinlik döneminde, hiçbir çocuğun ya da gencin yüzleşmek zorunda kalmaması gereken düzeyde acı ve korkuya katlanarak öldüğü aktarılıyor.
Raporda eski Başbakan Margaret Thatcher ve hükümeti, özellikle mağdurlara “mevcut en iyi tedavinin” uygulandığı yönündeki “yanlış” iddialarla tazminat çağrılarını geri çevirdiği söylenerek eleştiriliyor.
NELER FARKLI YAPILABİLİRDİ?
Rapora göre hastalar, tedavilerinin riskleri hakkında bilgilendirilmeliydi.
Bilgi eksikliği, insanların enfeksiyonlara maruz kalma olasılıklarının ne kadar olduğunun farkında olmadıkları anlamına geliyordu.
Raporun kapsadığı yıllarda birbirini izleyen hükümetler sık sık hastaların o dönemde mevcut olan en iyi tıbbi tedaviyi aldıklarını ve kan taramasının ilk fırsatta başlatıldığını söyledi.
Rapor, bu iddiaların hiçbirinin doğru olmadığı sonucuna varıyor.
Sir Brian Langstaff, Temmuz 1983’te hükümetin, Aids’in kan yoluyla bulaşabileceğini bilmesine rağmen ticari kan ürünlerinin ithalatını durdurmama kararının yanlış olduğunu savunuyor.
Buna ek olarak, İngiltere’de kan hizmetleri sağlayıcıları, kan bağışçılarının taranmasında yeterince titiz davranmamakla suçlanıyor.
İNSANLAR NASIL ETKİLENDİ?
Sir Brian Langstaff, skandalın sonucunda “hayatlar, hayaller, arkadaşlıklar, aileler ve mali durumların yok olduğunu” söylüyor.
Langstaff, “Hastalığa yakalanan ve etkilenen insanlar acı, hastalık ve kayıplarla ilgili güçlü hikayeler anlatıyor. Zarar gören ve yok olan hayatlar, enfeksiyondan önceki hallerinden tanınmaz hale gelenler ve hayatlarına dair tüm umutları ve hayalleri yok olanlar..” diyor.
Langstaff, insanlara yanlış bir şekilde en iyi tıbbi bakımı aldıklarını söylediği için hükümeti “zalim” olarak nitelendiriyor.