Berza Şimşek | BBC Türkçe
Türkiye’de ‘yaşlı’ olarak tanımlanan 65 yaş ve üstü nüfus son beş yılda yüzde 24 arttı. Nüfus projeksiyonlarına göre, 2080’de her dört kişiden biri 65 yaş üstü olacak.
Artan yaşam süresi ve azalan doğurganlık, dünya çapında nüfusun yaşlanmasının arkasındaki temel nedenler.
Türkiye’de 65 yaş üstü nüfus, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2016’dan 2021’e 1,5 milyon kişi artarak 8 milyonu aştı.
2016’da bu nüfusun genele oranı yüzde 8,3 iken, 2021’de yüzde 9,7’ye yükseldi.
Nüfus projeksiyonlarına göre Türkiye’de 65 yaş üstünün nüfustaki oranı 2025 yılında yüzde 11; 2060 yılında yüzde 22,6 olacak.
Bu oranın 2080 yılında yüzde 25’i aşacağı tahmin ediliyor.
Nüfusbilim Derneği üyesi ve öğretim görevlisi Prof. Dr. Sutay Yavuz, 65 yaş üstü nüfusun kendi içerisinde de fiziksel ve sosyal yaşantıları açısından farklılaştığını söylüyor:
“Ülkelerin daha hızlı tedbir almalarını gerektiren 85 yaş üstü nüfus, çünkü sağlık harcamalarının ve sağlık personeli sayısının artmasını gerektirecek durumlar bu yaş grubunda daha fazla.”
TÜİK’in 2021 verilerine göre, 65 yaş üstü nüfusun yaklaşık yüzde 65’ini 65-74 yaş grubu, yüzde 27’sini 75-84 yaş grubu ve yüzde 8’ini 85 ve daha üzeri yaş grubu oluşturuyor.
“Türkiye’de çok pahalı ulaşılan hizmetler var”
İnsanların daha uzun yaşaması ülkelerin gelişmişlik düzeyinin bir işareti olsa da yaşlı nüfusun hızlı artışı sosyal güvenlik ve sağlık sistemine yük getiriyor. Bu nedenle bu artışa hazırlanmak gerekiyor.
“En önemli hazırlıklar yerel yönetimlerle ilgili” diyen 65+ Yaşlı Hakları Derneği Başkanı ve Bezmialem Vakıf Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Rümeyza Kazancıoğlu, hem ev hem de kent mimarisinde düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirtiyor:
“Evi planlarken bile kapısı nerede olacak, banyosunun genişliği, merdivenin yüksekliği ne olacak gibi konular önemli. Rampa, kaldırım, sokak, cadde… Yaşlı bireyleri de içine alacak şekilde yapılmalı.
“Park-bahçe, kamu binası ve ibadethanelerin onların kolaylıkla ulaşabileceği şekilde olması gerekiyor.”
Nüfusbilim Derneği üyesi Prof. Dr. Yavuz, en önemli konulardan birinin bakıma erişim olduğunu anlatıyor:
“Türkiye’de çok pahalı şekilde ulaşılan hizmetler var. Yaşamın son evresinde gerekli olan bakım gibi. Bu tür durumlarla karşılaşma sıklığı arttığı için, bu tür ihtiyaçlar da artacak. Şu an daha az kişinin karşılaştığı ve kendi kaynaklarıyla karşıladığı bir durumla, aynı aileden iki kişi karşılaşınca, o kaynakları bulup çıkartmak da zorlaşacak.
“Bakım elemanı ihtiyacı artacak. Şu an bu sektörün statüsünün artırılması gerek. Bu alan toplumda daha az eğitimli, başka iş bulamamış kişilerin tercih ettiği geçici meslekler olarak algılanıyor. Dolayısıyla gençler bu meslekleri çok yapmak istemiyor. Bu da büyük bir risk barındırıyor.”
Öte yandan Yavuz, yaşlıların bakımıyla ilgili ailelerin bilgilendirilmesi ve bu kişilere de psiko-sosyal desteklerin verilmesi gerektiğini söylüyor.
Kazancıoğlu da, ‘yaşlı dostu’ kavramının yerleşmesinin önemine değiniyor ve yaşlıların hak ihlali ile suistimale uğramalarına karşı hukuki düzenlemelerin yapılması gerektiğinin de altını çiziyor.
Dünyada durum ne?
Dünya genelinde de benzer bir durum hakim. Birleşmiş Milletler (BM), tüm ülkelerde yaşlı nüfusun artmakta olduğunu kaydediyor.
BM, “Önümüzdeki yıllarda pek çok ülke, artan yaşlı nüfus için kamu sağlık hizmetleri, emeklilik ve sosyal korumayla ilgili olarak mali ve siyasi baskılarla karşı karşıya kalacak” uyarısında bulunuyor.
“Dünyadaki nüfus yapısındaki değişim 1960’larda başladı. Şu an etkilerini görüyoruz” diyen Yavuz, bu değişimin etkilerini 2025 ve 2050 arasında daha belirgin şekilde göreceğimizi kaydediyor.
Uzakdoğu ülkelerinin hem yaşlanma oranının hem de teknoloji ve sosyal örgütlenmelerde inovasyonun yüksek olduğu ülkeler olması nedeniyle incelenmesi gerektiğini söyleyen Yavuz, şu örneği veriyor:
“Mesela izleme teknolojilerini evde kullanmak. Neden geliştiriliyor bu izleme teknolojileri? ‘Vatandaşları kontrol edelim’in dışında, evde çok fazla yalnız yaşayan insan var. Bu kişilerin izlenmesi gerekiyor. Yalnız bir kişi düştü diyelim. Anlık olarak görebiliyorsanız, siz ona çok daha hızlı müdahale edebilirsiniz. Robotik teknolojilerin, zeka teknolojilerinin gelişmesinin arkasında da kısmen bu var.”
BM verilerine göre, 2018 yılında tarihte ilk kez 65 yaş ve üzeri nüfus, dünya genelinde 5 yaş altı çocukları sayıca geride bıraktı.
2019’da her 11 kişiden 1’i 65 yaş üstü nüfustandı.
Kurumun hazırladığı 2022 Dünya Nüfus Beklentisi raporuna göre ise, 2050’de her 6 kişiden 1’i 65 yaş ve üstü olacak.
Türkiye’de ortalama yaşam süresi kaç yıl?
Dünyada ortalama yaşam süresinde 1950’den beri önemli artışlar görülüyor. Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu.
Birleşmiş Milletler (BM) tahminlerine göre, 2020-2025 dönemi için doğuşta beklenen yaşam süresi Türkiye’de erkekler için 75,6, kadınlar için 81,2 oldu.
Yaşlanmanın etkileri açısından, ortalama yaşam süresinden ziyade bunun ne kadarının sağlıklı geçirildiğine bakmak gerek.
Önemli hastalıkların çıkma durumuna göre hesaplanan sağlıklı yaşam süresi, bu konuda bir fikir verebilir.
TÜİK’e göre, Türkiye’de sağlıklı yaşam süresi, 2017-2019 döneminde 57,3 oldu.
Yaşlanma dönemindeki sorunların azalması için kişilerin gençlik çağında desteklenmesi gerektiğini söyleyen Yavuz, “İnsanlar sağlıklarını genç yaşta kaybediyor, yeterli beslenemiyor, ekonomik açıdan sürekli başkalarının desteğine ihtiyaç duyacak şekilde yaşıyorlarsa, bu kişilerin yaşlanma döneminde sorunları katlanarak artıyor” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Şu an ülkemizde en büyük risk grubu, ne istihdamda, ne eğitimde olan genç grubu. Bunlar da genç kadınlardan oluşmakta. Çalışma çağındaki dönemleri birikim yapmadan geçiyor. Bu birikim yapamayan insanlar yaşlandıklarında daha riskli duruma düşecek.”
Türkiye’de doğurganlık neden azalıyor?
Artan ortalama yaşam süresinin yanı sıra doğurganlık hızının azalması da toplumun yaşlanmasının diğer temel nedeni.
Türkiye’de doğurganlık hızı, TÜİK verilerine göre 2021 yılında 1,7 çocuk olarak gerçekleşti.
Bu sayı, doğurganlığın, nüfusun sayıca aynı kalmasını sağlayan 2,1 düzeyinin altında kaldığını gösteriyor.
Resmi verilere göre, bu düzey Türkiye’de en son 2016 yılında gerçekleşti.
Dünya ortalaması ise 2021 yılında 2,42 çocuk oldu.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, geçen hafta Hürriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, “Bizi en çok ilgilendiren nüfusun dramatik bir biçimde azalıyor olması. Doğurganlık oranı Türkiye’de 1,7 düzeyine düştü ki 1,9 geri döndürülemezlik eşiği” dedi.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da kamuoyu önünde sık sık gençlere daha fazla çocuk yapmaları gerektiğini söylüyor.
2019 yılındaki 1. Yaşlılık Şurası’nda Erdoğan bunu, “Katıldığım tüm nikah törenlerinde gençlerimize en az 3 çocuk mümkünse daha fazlasını tavsiye ediyorum” sözleriyle dile getirmişti.
Türkiye’de doğurganlık hızının 1960’ların ortasından beri azalmakta olduğunu söyleyen Yavuz, bunu kentleşmenin artması ve kentleşmenin beraberinde getirdiği toplumsal norm ve değerlerdeki değişikliklerle açıklıyor.
Fakat özellikle 2015’ten sonra keskin bir düşüş yaşandığını söylüyor:
“Son 5 yıl içinde ekonomik faktörler yani enflasyondaki artış, yaşam koşullarının zorlaşması, kira gibi yeni hayat kurmayla ilgili maliyetlerin çok yükselmiş olması… Dolayısıyla genç kuşakların evliliklerini ötelemesi doğurganlık oranında azalmaya neden oluyor. İki çocuğu yapan üçüncüsünü yapmıyor.”
Yavuz’a göre ekonomik nedenlerin yanı sıra evliliğe bakıştaki değişiklikler de doğurganlık hızını azaltıyor:
“Sosyolojik araştırmalar bize evlenme ve çocuk sahibi olma fikrinden Türkiye’de gençlerin uzaklaşmadıklarını gösteriyor. Fakat bunu kendi kariyer planı ve yaşam kurgusu ile bağdaştırarak gerçekleştirmek istiyor. Daha seçici ilişkilere giriyor. Bu nedenle de evlenme yaşının gecikmesi, evlendikten sonra çocuk sahibi olmanın ötelenmesi gibi gelişmelerle karşı karşıyayız. Bu da doğurganlığı azaltan bir faktör.”
Geniş aile yapısından çekirdek aile yapısına geçişle birlikte bir yandan kendi çocuklarını büyüten diğer yandan ailedeki yaşlılara bakan kişi sayısı da artıyor.
Kamu kurumları ne gibi adımlar atıyor?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bu yıl içerisinde Türkiye Yaşlılık Araştırması yapması bekleniyor. Hedef, yaşlanma hızı, sayısı, yaşlılığa bağlı sonuçlar gibi soruların cevabının bulunması.
Diğer yandan Meclis’te ilk kez yaşlıların sorunları hakkında çalışma yapmak üzere bir araştırma komisyonu oluşturuldu.
“Bugüne kadar yapılan hukuki düzenlemeler, hizmet sunma biçimleri, hizmet alanları, destek personel ihtiyacı gibi ülkemiz tecrübeleri ve dünya örneklerini inceleyip bir yol haritası çıkaracağız.”
Erol Kaya, Komisyon’un çalışmalarıyla ilgili BBC Türkçe’nin röportaj talebini reddetti.
Kazancıoğlu, “Bazı belediyeler yaşlı merkezleri kurdu İstanbul’da. Dolayısıyla 65+ yaş kavramı belediyelerin de gündemine girdi” diyor.
Göç bir ülkede yaşlanmayı nasıl etkiliyor?
BM, bir ülkede nüfusun büyüklüğünün ve yaş dağılımının doğurganlık hızı ve ölüm oranının yanı sıra göçle de belirlendiğini kaydediyor.
BM, büyük göç akımları yaşayan ülkelerde, göçmenlerin çoğu çalışma çağındaki kişiler olduğundan, göçün geçici de olsa yaşlanma sürecini yavaşlatabileceğini kaydediyor.
Fakat ülkede kalan göçmenlerin de sonunda yaşlanacağına dikkati çekiyor.
Türkiye’deki göçmen ve mülteci nüfusun çoğunluğunu Suriyeliler oluşturuyor.
Resmi verilere göre, Türkiye’de 3 milyon 600 bin Suriyeli göçmen ve mülteci bulunuyor. Bu nüfusun yaklaşık yüzde 20’si ‘genç nüfus’ olarak tanımlanan 15-24 yaş aralığındaki kişiler.
Bakan Yanık, Hürriyet’e yaptığı açıklamada bu konuya da değindi, “Suriyelilerin doğurganlık oranları bize göre çok daha yüksek. Suriyelilerle ilgili de çalışma yapıyoruz. Çok erken yaşta evleniyorlar. Ama doğum kontrol anlamında bir çalışma yapmıyoruz. Çünkü bu insanların bir gün evlerine dönecekleri düşündüğümüz ve beklediğimiz şey” dedi.