ABD’deki Northwestern Üniversitesi’nde yapılan araştırma, yaşlandıkça vücudun hemen hemen her hücresindeki uzun ve kısa genlerin kademeli olarak dengesizleştiğini ortaya koydu.
Araştırma, yaşlanma sürecinin belirli genler değil, karmaşık etkilere sahip, sistem düzeyindeki değişiklikler tarafından kontrol edildiğini gösteriyor.
DAHA ÖNCE FARK EDİLMEMİŞTİ
Bu durumun binlerce farklı geni ve bu genlerle ilgili proteinleri etkiliyor olması muhtemel ancak tek bir gen için bu değişiklikler önemsiz sayılacak kadar küçük. Muhtemelen bu yüzden şimdiye kadar fazla dikkat çekmediler.
Independent Türkçe’nin haberine göre hakemli bilimsel dergi Nature Aging’de yayımlanan araştırmanın yazarlarından Luís Amaral, “Belki de daha önce doğru şeye odaklanmamıştık” dedi:
Şimdi bu yeni bakış açısı, yeni bir enstrümana sahip olmak gibi ya da Galileo’nun teleskopla uzaya bakması gibi. Gen aktivitesine bu yeni mercekten bakmak, biyolojik fenomenleri farklı görmemizi sağlayacaktır.
Normal koşullarda, tek bir hücrede veya bir hücre grubunda, DNA’da temsil edilen bir kod, RNA’ya çevriliyor ve transkriptom diye adlandırılan, hücre içerisinde serbest halde yüzebilen bir RNA grubu haline geliyor. Genetik bilgilerimizi taşıyan bu mobil koleksiyon, hücrenin parçalarını oluşturmak ve çeşitli işlevlerini yerine getirmek için kullanılıyor. İçeriğinin de hücrenin yaşıyla birlikte değiştiği düşünülüyor.
Sağlıklı, genç bir hayvan hücresinde, kısa ve uzun genlerin aktivitesi transkriptom üzerinden dengeleniyor. Bu denge çok önemli olduğu için dikkatle korunuyor.
Ancak bazı hayvan türlerinde yaşla beraber kısa genlerin daha baskın hale geldiği tespit edilmişti. Sürecin insanlardaki işleyişini anlayabilmek için araştırmacılar, yaklaşık bin kişinin genetik verilerini inceledi.
Bunun sonucunda da insanlarda transkriptom uzunluğunun yaşlılığın habercisi olduğu ve özellikle 50 ila 69 yaş grubunda dikkate değer düzeyde farklılaştığı ortaya çıktı
30 ve 49 yaşındaki kişiler karşılaştıran araştırmacılar, yaşı daha büyük olan grubun daha uzun transkriptomlara sahip oldukları anlaşıldı. Bunların işlevsel açıdan aktif hale gelme olasılığı daha düşük.
Amaral, “Erkeklerden ve kadınlardan alınan örnekleri ayrı ayrı analiz ettik ve aynı kalıbı bulduk” diye ekledi.
Ekip bu bulguların yaşlanma karşıtı tedaviler için yeni araştırma yöntemleri ortaya koyabileceğine inanıyor.