Bakan Gül, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunca (TİHEK) Dikmen Hakimevi’nde düzenlenen “Nefret Söylemi ve Nefret Suçları” sempozyumunun açılışında yaptığı konuşmada, insanın doğumuyla beraber kazandığı fikirlere ve yaşam tarzına saygı gösterilmesi gerektiğini söyledi.
Hukukun temel görevinin, insan onurunu korumak ve geliştirmek olduğunu belirten Gül, şöyle devam etti:
“Maalesef çağımızda hoşgörüsüzlük ikliminin, tahammülsüzlük ikliminin farklı düşünceler ve kimlikler üzerinde artan bir baskıya dönüştüğünü de görmekteyiz. Küresel adalet, giderek daha da zarar görmekte, insanların ortak değerleri korunmaya her zamankinden daha da muhtaç hale gelmektedir. Birçok batı ülkesinde İslam karşıtlığı, göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı nefret söylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle uluslararası medya kuruluşlarında siyasetçilerinde bu dil adeta sıradanlaşmış ve günlük bir dile adeta yansımış, kanıksanmış durumda.”
Gül, küresel bir adalete ivedi bir şekilde insanlığın ihtiyaç duyduğunun herkesin ortak tespiti olduğunu, vicdan ve adaletin bir yerden çekildiğinde, oraya zulüm, ayrımcılık ve nefretin yerleştiğini, Türkiye’de bunun örneklerinin geçmiş zamanlar da yaşandığını dile getirdi.
Adalet Bakanı Gül, şunları kaydetti:
“Bir insanın kılık kıyafetinden, düşüncesinden yaşam tarzından, inancından dolayı eğitim ve çalışma hayatına yönelik nasıl ayrımcılığa tabi tutulduğunu kötü örnekleriyle hafızamızda tazedir. Bu kimliklerine kültürlerine yönelik ret inkar ve asimilasyon politikalarının da insanımızın onurunu nasıl rencide ettiğini yine hepimiz yaşadık. Ötekileştiren ayıran makbul vatandaş ayrımı yapan bu tipolojiyi dayatan devlet hukuk devleti olamaz. Hukuk devleti herkesin devletidir. Hukukun üstün olduğu farklılıkların zenginlik olduğu bir devlettir. Hukuk devletinde şablon insan yoktur. Her insan eşittir ve biriciktir. İşte bu anlayışta Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ortaya koyduğumuz vizyon da bu anlayışın eski Türkiye anlayışında kalması ve artık bu konudaki ayrımcılıkların ve bu konudaki nefret yaklaşımlarının tamamıyla ortadan kalkmasına yönelik çoğulculuğu hakim kılma, hukukun tam anlamıyla üstün kılınmasına yönelik reformlarımızı adım adım hep uyguladık uygulamaya devam ediyoruz.”
Nefret söyleminin insan onuruna yapılmış bir saldırı olduğunu vurgulayan Gül, “Nefret söylemi, daha ciddi ve telafisi zor diğer suçların ve diğer sıkıntıların da ayrıca bir ön sebebidir, ayak sesidir. Hangi görüşten, inançtan, yaşam tarzından olursa olsun insanımızı haklarıyla yaşatmak devletin en temel görevidir, vazifesidir.” dedi.
Bakan Gül, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “daha adil bir dünya mümkün” çağrısının da küresel adaletsizliğe karşı söylenen çok önemli bir ifade olduğuna işaret etti.
11 Eylül saldırısından sonra başta Müslümanlara karşı yapılan nefret söyleminin kurumsal bir hale geldiğine ve artış gözlendiğine dikkati çeken Gül, birçok ülkede Müslümanların sırf kimliklerinden, yaşam tarzlarından dolayı zulme ve nefret söylemine maruz kaldığını vurguladı.
” BİLİNEN BİR GERÇEK”
Bakan Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Peygamber Efendimizin karikatürlerinin sözde yayımlanması, kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in yakılması, İslam’ı aşağılayan filmlerin çekilmesi, camilerin, minarelerin yasaklanması, bazı Avrupa ülkelerinde Müslüman kadınların giyim kuşamlarına yönelik kısıtlamalar, cami ve Müslüman mezarlarına yönelik saldırılar, cami derneklerine tüm Türk toplumuna yönelik baskılar, son süreçlerde yaşadığımız örneklerdir. Üstelik bu eylemlere karşı hukuk sistemi ya sessiz kalmış ya da gereken konudaki atılımı ve gayreti göstermemiştir. Özellikle İslam, Türk, yabancı düşmanlığına karşı birçok vakanın da rapor edilmediği, kayıtlara girilmediği de çok açık bir şekilde bilinen bir gerçektir. Bunun da Batı tarafından özellikle örtülmeye çalışıldığı çok açık bir realitedir. Bir defa hangi dinin mensubuna yapılırsa yapılsın, bu bir nefret suçudur. Yani Hristiyan inancına mensup, Yahudilere karşı da yapılan her türlü saldırıyı biz, bir nefret suçu olarak tanımlarız ve bununla sonuna kadar mücadele ederiz.”
Gül, insanların neye inanmak isterlerse ne şekilde yaşamak isterlerse hukuk devletinin görevinin bu konuda her türlü desteği sağlamak, engelleri kaldırmak ve bu inanca karşı yönelen her türlü saldırıyla da etkin bir şekilde mücadele etmek olduğunu belirtti.
Göçmenlere yönelik nefret söyleminin de asla kabul edilemeyeceğine işaret eden Gül, vatandaşlardan zorla göç ettirilmiş, gidecek yeri olmayan insanların daha kırılgan, daha hassas olduğunu kimsenin aklından çıkarmaması gerektiğini ifade etti.
Bakan Gül, İnsan Hakları Eylem Planı’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklandığını anımsatarak, eylem planı kapsamında dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep gibi nedenlerle yapılan nefret söylemi ve ayrımcılıkla etkili bir şekilde mücadele edeceklerini söyledi.
Bu konudaki tüm reformları kesintisiz bir şekilde sürdürmenin, hukuki ve anayasal düzlemde bu hakların teminat altına alınmasının, Türkiye için çok önemli bir gereklilik olduğunu vurgulayan Gül, nefret suçları ile mücadele etmek amacıyla soruşturma kılavuzlarının oluşturulmasını amaçladıklarını aktardı.
“TÜRK CEZA KANUNU’NDA YENİ BİR DÜZENLEME YAPACAĞIZ”
İslam, yabancı, Türk düşmanlığına yönelik nefret söylemi ve suçu teşkil eden ulusal ve uluslararası düzeyde gelişmelerin, periyodik raporlar olarak hazırlanmasını amaçladıklarını anlatan Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ayrımcılık ve nefret suçuna ilişkin Türk Ceza Kanunu’nda yeni bir düzenleme yapacağız. İşte bu toplantılar, bu eylem planındaki hedefin içeriğini doldurmak açısından çok önemli veriler ortaya konacaktır. Meclisimizin İnsan Hakları Komisyonu başta olmak üzere, buralarda olgunlaşarak yasal düzenlemenin bu yasama döneminde gelmesini hedefliyoruz. Ayrımcılık ve nefret suçlarından daha fazla etkilendiği değerlendirilen mağdurlara psikososyal ve hukuki destek adımlarını güçlendireceğiz. Bu konuda bir veri tabanı oluşturacağız. İstatistikleri sağlıklı bir şekilde toplanması için düzenli eğitim programları yapacağız. Adli anlamda ve vaka anlamında bir eksikliğimiz var. İstatistiklerin sağlıklı toplanması için eğitimler yapacağız. Medya çalışanlarına yönelik eğitim el kitapçıkları hazırlayarak, nefret söylemi ve ayrımcılıkla ilgili farkındalığı artıracağız.”
“NEFRET SÖYLEMİ VE NEFRET SUÇLARI, DEMOKRASİLER İÇİN BİR TUZAK”
Nefret söyleminin insanlığa yönelen en büyük tehdit ve tahammülsüzlüğün dışa vurumu olduğunu belirten Gül, ifade özgürlüğünün demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biri ve çoğulculuğun ortak zemini olduğunu vurguladı.
“Nefret söylemi ve nefret suçları, demokrasiler ve bir arada yaşam birlikteliğimiz için bir tuzak, ayrışmanın yine önemli göstergelerinden, sebeplerinden biridir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerimizi kullanırken, bu sınıra dikkat edilmesi de yine ayrı bir önem arz etmektedir” diyen Gül, bu kadim ve bereketli coğrafya asla nefretin ve ayrımcılığın değil, her zaman sevginin ve hoşgörünün, bir arada farklılıklarla birlikte yaşamanın adresi, merkezi olduğunu ve bundan sonra da böyle olmaya devam edeceğini dile getirdi.
“NEFRET SÖYLEMİYLE ETKİN MÜCADELE, TEK BAŞINA MEVZUATLA SAĞLANACAK BİR HUSUS DEĞİLDİR”
Ayrımcılık suçunun 2005’de Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesi ile ayrı bir suç olarak düzenlendiğini anımsatan Gül, devlet idaresinin kanun önünde eşitlik ilkesi temelinde görevini yürüttüğünü, bağımsız ve tarafsız Türk yargısının da Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre hareket ettiğini kaydetti.
“Nefret söylemiyle etkin mücadele, tek başına mevzuatla sağlanacak bir husus değildir. Bir kişinin veya kurumun tek başına başarabileceği elde edilebilecek bir sonuç değildir. Bunun için ortak akılla hareket edilmesi, özellikle toplumsal farkındalığın artırılması da oldukça önemlidir” ifadesini kullanan Gül, karşılıklı sevgi ve saygı anlayışı içerisinde hiç kimseyi ötekileştirmemenin ve farklılıkların bir zenginlik olduğu bilinciyle hareket etmenin önemine dikkati çekti.
“AB ÜLKELERİNDE HER 10 NEFRET SUÇUNDAN 9’U RAPOR EDİLMİYOR”
TİHEK Başkanı Prof. Dr. Muharrem Kılıç da nefret söyleminin küresel ölçekte bir insan hakları sorunu olduğunu vurgulayarak, bunun modern çağın salgını olarak değerlendirildiğini kaydetti.
Kılıç, BM Nefret Söylemi Stratejisi ve Eylem Planı’nda nefret söyleminin, “Nefret söylemi, konuşma, yazma veya davranışla kişi veya grupların dinlerine, etnik kökenlerine, ulusal kimliklerine, ırklarına, renklerine, soylarına, cinsiyetlerine veya diğer kimlik faktörlerine dayanarak aşağılayıcı veya ayrımcı bir dille saldıran her türlü iletişimdir” şeklinde ifade edildiğini aktardı.
“AB Temel Haklar Ajansı’nın 2021 yılında yayımladığı raporda, AB ülkelerinde, her 10 nefret suçundan 9’u rapor edilmiyor. Bu suçların, rapor edilmesi çok önemli. Bu suçun arkasındaki sosyoloji, psikolojik ve felsefi temele bakılması gerekiyor. Nefret söylemlerinde anketlerin yapılması ve mağdurlarla görüşülmesi sorunun çözümü noktasında büyük önem arz ediyor” diyen Kılıç, sempozyumdaki sunumların kitap haline getirileceğini sözlerine ekledi.