TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Habertürk TV’de gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Meclis Başkanı Şentop’un konuşmasından satır başları şöyle;
(ABD’deki olaylar sırasında attığı tweet) “15 Temmuz gecesi ABD Başkanı sayın Obama’nın yaptığı açıklamaya atıf yapmaya çalıştım. Biraz espri tabii. Onlar genellikle kendi çıkarlarını düşünerek o gözle bakıyorlar. Gerçek manada ilkesel bir taraf tutma yaklaşımları yok. Ben oradaki Demokrasi bakımından da çok geniş konuşulabilir, seçim akşamları hatırlıyoruz ama, ABD’de 19. yüzyılda müntehib-i sani usulü var; tek dereceli değil iki dereceli sistem. Vatandaşlar delege seçiyorlar. Bu delegeler Başkanı seçiyorlar. Hillary Clinton vatandaştan aldığı oylar bazında daha çok oy almıştı ama delege bazında daha az olduğu halde Trump seçilmişti.
‘TBMM, DEVLETİ KURAN BİR PARLAMENTO’
Bu gerçek manada demokrasi kriterleri bakılınca çok demokratik değil. Bir aşama olarak 19. yüzyıl, 20. yüzyılın başında kabul edilebilir. Genelde parlamentolara baktığımızda ortada bir devlet var ve bu devlet yasama organı kuruyor. Türkiye’de bizim parlamentomuz, Meclisimiz devleti kurandır. Yasama, yürütme, yargı erkleri parlamentoda toplanmıştı. TBMM hepsinden farklı devleti kuran bir parlamento. Bunun dışında savaşı bizzat yönetmiş bir parlamento. Atatürk’ün Başkomutanlık yetkisi Parlamentoda ona kullanmak üzere verilmiş. Ona da sınır koyuyor. Gelip, parlamentoya bilgi veriyor. Savaş zamanları olağanüstü hallerdir. Bütün anayasalarda öyle kabul edilir. Demokrasiyle ilgili kısıtlama sebebidir. Bizde tam aksine savaş zamanında demokratik parlamento oluşmuş. Bu demokrasi teorisi üzerine yakından incelenecek bir tecrübe.
Atatürk ve arkadaşlarının, Birinci Meclis’in hedefi bir taraftan milli mücadele, milletten güç alarak yapmış, bu konuda tavizsiz hareket etmişlerdir. Bu kavram üzerinde yapılan tartışmalarda çoğu zaman sıkıntılar var. Birçok düşünür, yazarın farklı görüşleri var. Eskiden hukukçuların yazdığı eserlerden hem de tarihimizde yazılan eserlerde önce tanımlardan başlanır. Mecelle önce tanımını yapar mesela. Hakimiyetle ilgili Kur’an’da da aynı kelime hakeme, hüküm, kökünden gelen kelimeler var.
‘İDARENİN DE KULLANDIĞI HAKİMİYET YETKİSİ VAR’
Bunun üzerine çalışan bilginler bizim kast ettiğimiz egemenliği kullanmıyorlar. Ben o çalışmada, hakimiyet dediğimiz şeyi hukuk kavramı olarak kullanılıyor. Bu farklı bir şey. Ülke içerisindeki iktidar yönetme, kuralları uygulama gücü, ona karşı çıkanlara müeyyide uygulama anlamında daha sınırlı bir hakimiyet. İdarenin de kullandığı hakimiyet yetkisi var. Bürokratların kullandığı. Ben bunlardan da ayırarak bir anlamda siyasi hakimiyeti düşünmüştüm.
‘YANLIŞ ANLIYOR VE YANLIŞ ANLATIYORUZ’
Bizde özellikle sosyal bilimler alanındaki çalışmalarda göz ardı edilen husus. Pozitif bilimlerde kolay, diyelim ki suyun kaynaması ile ilgili deneyi laboratuvarda yapıyorsun. Her ülkede, her toplumda aynı. O deney sonucunda oluşan paradigmalar dünyanın her yanında kullanılabilir. Sosyal bilimler alanında aslında bir tür deney yapıyoruz. Laboratuvarın sosyal bilimlerdeki alanı tarih. Her ülkenin, toplum hatta ülke içerisindeki bazı bölgelerin, mesela Almanya’da farklı yönler var. Ama belli ölçekte inceliyorsanız, tümevarım yöntemiyle bir paradigma, bakış açısı oluşturuyorsunuz.
Bu model şüphesiz kıymetlidir. Ama o modeli bir başka yerde uygulamaya kalktığınızda fizikte olduğu gibi aynı sonucu almanız mümkün değil. Mesela İngiltere’de yaşananlarla kara Avrupa’sında yaşanılanlarla kronolojik olarak bile farklılıklar var. Avrupa’da ortaya çıkmış olan bazı modeller, sosyal bilimler alanındaki açıklama modellerini bizim tarihimize uyguladığınızda bence çok ciddi sıkıntılar çıkıyor. Yanlış anlıyor ve yanlış anlatıyoruz.
‘ORTODOKSLUKTA HUKUKLA İLGİLİ KURALLAR ÇERÇEVESİ YOK’
Hristiyan tarihi gelişimiyle de ilgili durum var. Hristiyanlık İsa’dan sonra 70’ten itibaren bulunduğu coğrafyada bir gelişim izliyor. Özellikle Roma coğrafyasında. Hukuk ve siyasi talepler yok. Burada toplumsal, ahlaki, metafizik alan olarak gelişiyor. Ortodokslukta hukukla ilgili kurallar çerçevesi yok. Avrupa’da Hristiyanlık gelişirken oralarda farklı bir coğrafya, buradaki gibi Bizans yok, merkezi iktidar zayıflamış, derebeylikler var. Hızlıca gelişen Hristiyanlık var. O zaman din adamları dini, ahlaki, metafizik anlatılar var. Daha sonra sosyal hayatla ilgili itilaflar doğuyor. O zaman hukuk düzeni, karar verecek, uygulayacak yapının ortaya çıkması gerekiyordu. Hukuk kuralları ile ilgili tespitler yapılıyor, kararlar veriliyor. Diğer yapılan çok zayıf, bölünmüş iktidarlar olduğu için yavaş yavaş Hristiyanlık Katolik mezhebi çerçevesinde iktidar alanı oluşuyor. Bu derebeylere yetki veren, iktidar dağıtan bir anlama geliyor. Teokrasi dediğimiz bu. Dini kurumdan, din adamdan iktidarın alınması, tevarüs etmesi.
‘İKİ KILIÇ VAR: BİRİ DÜNYEVİ, DİĞERİ UHREVİ’
Krallar o zaman gidiyor Papa’dan takdis oluyorlar. İki kılıç var. Biri dünyevi diğeri uhrevi. Uhrevi kılıcı Papa veriyor. Hem siyasi hem hukuki bir merciye dönüşüyor. Teokrasi ve laiklik tartışması buradan ortaya çıkıyor. Kuralları din adamları koymasın, laikler koysun deniyor. Orada bir ilahi bir kitaptan veya kuraldan hareketle yapılan bir tartışma değil, tamamen dünyevi bir otorite. Zaman içerisinde din adamı olmayanlar; yani laikus, laik kesim biz koyalım kuralları diyorlar. Teokrasi tartışması Katolik inancının hakim olduğu coğrafyalar için çok anlamlı tartışma.
Hristiyanlıkta ortodokslukta olmadığı gibi Protestanlıkla da hukuk koyma, kural koyma yok. İngiltere’de bambaşka bir gelişme. İngiltere tacı şu anda Anglikan kilisesinin başıdır. İngiltere farklı, Cermen kısmı farklı, Fransa farklı. Buradaki ölçüler mukayese için kullanılmalı ama oradaki modeli Osmanlı için Türkiye için koymak yanıltıcı olur.
Bu siyasi iktidarın hukuka uygunluğu, şeriat ve fıkıh. Hukuk düzenine uygunluğa bakmışlar. Hukuk düzenine, temel esaslara aykırı hareket ettiği zaman ne olur? İlahi güçten almışsa bu yetkiyi o zaman zaten bir şey yapamayız. Halbuki Sünni mezhepler bakımından, hukukçular bakımından baktığımızda hukuka uygun davranmanın şart olduğu görüşler var. Devlet başkanını ilahi, takdis edilmiş varlık olarak görmüyorlar aslında bizim İslam tarihindeki hukukçular. 4 halifenin seçilmesiyle ilgili süreç teorik tartışmaları oluşturuyor. Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra saltanat süreci başlıyor. Tarihi bir dönem başlıyor. Hz. Peygamberin vefatından sonra cenazesiyle ilgili işlemler tamamlanmadan o süreçte bir bahçede toplanıyorlar, Medineliler toplanıyor. Hz. Ebubekir ve Hz.Ömer oraya gidiyor. Hz. Peygamberin yerine kim yönetecek tartışması var. O tartışmada çeşitli gerekçeler öne sürülüyor. Medineliler bizim hakkımız diyor, muhacirler İslam’ı ilk kabul eden biziz’ diyor.Hz. Ömer büyük hukukçudur. Orada bütün herkesi dinledikten sonra ‘peygambere ilk inananlardan birisi Ebubekir olmalıdır, ben ona biat ediyorum,tabi oluyorum’ diyor. O tartışmada Allah bunu göstermiştir, Allah’tan aldığı yetki vardır, kutsal bir insandır tartışması yok. Hz.Ebubekir vefat ederken Hz. Ömer’i gösteriyor.
Biat bugün çok yanlış algılanan bir kavram. Biat etmek belli konular ve şartlar üzerinde söz konusudur. Devlet yöneticisi olarak biat edersiniz. Biat sadece tabi olmak, itaat, hak olan, hukuken muteber olan, geçerli olan hususlardır. Yanlış işler konusunda biat ve itaat yoktur deniyor. Daha sonra oy verme, devlet başkanı kabul etme şeklinde; dolayısıyla rıza aranıyor. Daha sonraki uygulamalarda böyle. Emeviler, Muaviye’den itibaren altık saltanat, babadan oğula geçiyor.
‘BİZİM TARİHİMİZDE TEOKRASİ OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM’
Bu anlamda bizim tarihimizde ve İslam düşüncesi ve hukukunda teokrasi olmadığını düşünüyorum. Bahsettiğimiz Batılı anlamda. Teokratik iktidar yapısı olmadığı kanaatindeyim. Hakimiyet-i milliye, demokrasi, seçimler tartışması Kanun-u Esasi’de başlıyor. Bir parlamento kurulacak. Şüphesiz temel dayanaklar Kur’an, sünnet, İslamı esaslar. Hareket noktası Kur’an-ı Kerim’den bir ayet. ‘Bu işlerle ilgili olarak onlarla istişare et’ ayeti var. Şimdi ‘onlar’ kim? Bu kurumsallaşabilir mi? İşte parlamentoyu bunun üzerine oturtuyorlar. Mesela bunun içinde gayrimüslimler var mı, kadınlar var mı? Hüm zamiri içerisinde bunun içerisinde yürüyor. II.Meşrutiyet dönemi yoğun tartışmaların olduğu dönem. 1920’den itibaren devam eden, saltanatın kaldırılması üzerine tartışmalar önemli birikimi oluşturuyor. 1 Aralık 1922’de tamamlanan tartışmalar var saltanat üzerine. Atatürk’ün yaptığı konuşma var. Benim anlattığım 4 halifenin seçilmesinden itibaren, İslamda devlet vs. gibi çok detaylı bilgiler veriyor. Bu anlamda saltanatın kaldırılmasının mümkün olduğunu, İslamda saltanatın zorunluğu olmadığını anlatıyor. Burada İzmir Milletvekili usulü fıkıh müderresi Seyid Bey’in yazdığı kitap var. 1908 gibi basılmış. Bu kitabın bir bölümü bu konu üzerine. Seyid Bey’in hem saltanat, hem hilafetin kaldırılması üzerine yaptığı konuşmalar var. Orada bu birikimi görüyorsunuz.
‘ZAMAN İÇERİSİNDE OLUŞAN SİYASİ BÜROKRATİK ELİT VAR’
Ahmet Cevdet Paşa hem hukukçudur hem çok büyük tarihçi, siyaset bilimci, sosyologdur. Yeni taze bir tartışma demokrasi var. Tezakir-i Cevdet’i yazmıştır. Hatıralardır. Orada bir bölüm var, diyor ki: Tecrübeye dayalı hususlarda insanların görüşüne, reyine başvurmak çok faydalıdır. Ne kadar farklı tecrübe varsa o kadar iyi sonuca ulaşmak mümkündür. Ama ihtisasa dayalı tartışmaları ayrı tutuyor. Bir tarafta seçimlerle oluşan iktidar var bir tarafta o tecrübeyi muhafaza eden bürokratlar var. Mutlak bir doğru ve yanlış yok. Meclis’te bir arkadaşımız ‘Bu böyledir’ diyor. O senin baktığın yerden, senin bildiğin kadar öyledir. Herkes öyle düşünmeyebilir. Şüphesiz siyasette bir şeyi savunmanız gerekiyor. Sadece doğru ondan ibaret değil. Yanlış da öyle. Yüzde 100 doğru, yüzde 100 yanlış yok tabii. Doğrunun içinde yanlışlar, yanlışın içinde doğrular var. Halk yönetmek için yetki veriyor. Toplu bir karar. Daha sonra beğenmediği takdirde bir sonraki seçimde değiştiriyor. Buna itimat etmek lazım. Bizde çok eskiye doğru götürebilsek de bu tartışmaları, yavaş yavaş, zaman içerisinde oluşan siyasi bürokratik elit var. Bunların halka karşı güvensizliği var. 27 Mayıs’tan bugüne yaşanan süreçler.
Burada demokrasi ve teorik tartışmalar çok eskiye gidiyor. Eski Yunan’a kadar gidiyor. Burada temel esas millete güvenmektir. Milletin çoğunluğun, kahir ekseriyetinin vereceği karara güvenmektir. Bu güvenin temellerinin olduğunu, hiçbir zaman pişmanlık duyulmayacağını pekçok örnekle anlatabilirim. Bu kahir ekseriyetin, millet çoğunluğunun belki hata yapmayacağını söyleyebiliriz. İhtimal olarak baktığımızda birçok şey mümkün olabilir.
‘TEMEL MESELE HALKIN ÇOĞUNLUĞUNUN SAĞDUYUSUNA İNANMAK’
Şüphesiz bu konu anayasayla belirlenmiş. 27 Mayıs darbesini yapanlar 1961’de Anayasa hazırladıkları zaman, bu kuruluş felsefesine mi dayanıyordu? Bunu söylemek kolay değil. Aslında 27 Mayıs darbesini yapanlar yeni bir devlet ideolojisi koymaya çalışmış. Menderes’e itiraz ederken kendileri farklı bir ideoloji koymaya çalışmıştır.
Anayasalar bağlamında bunlar teminat altına alınıyor. Bir de devamlılık sözkonusu. 500 sene sonra, 300 sene sonra yeni modeller sözkonusu olunca o zaman yine halk karar verecek. Burada temel mesele halkın çoğunluğunun sağduyusuna inanmaktır, demokrasinin özü budur. Buna inanmıyorsanız demokrasiyi konuşmamanız lazımdır.
‘DEMOKRASİNİN MODASI GEÇMEYECEKTİR’
Demokrasinin modası geçmiş değil, geçmeyecektir. Bugünkü parametreleri ele aldığımızda, ekonomik gelişmeler böyle dönemde demokrasi dışına dünyanın evrilmesi şu an itibariyle mümkün değil. Demokrasi kavram olarak ve şartlar olarak belki görünen sistem olarak varolmakla beraber, demokrasinin içeriğini bozan deforme eden gelişme riskleri var. Bunlardan en önemlisi dünyada gelişmiş ülkelerin bu konudaki ikiyüzlü tutumu. ABD, İngiltere için demokrasinin tartışılması sözkonusu olamaz. Ama dünyadaki başka ülkede demokrasi istiyorlar mı? Sonuçta bu demokrasi gelir de onların işine yararsa memnuniyetle karşılıyorlar. Ama demokrasi çıkarlarına aykırı ise buna müdahale ediyorlar. Dünyadaki birçok darbenin arka planında o büyük ülkelerin istihbarat örgütleri var. Demokrasiyi ideal olarak savunuyorlar mı? Bu önemli. Bizde de 15 Temmuz kalkışması ve daha önceki darbelerde bu tür yapıları biliyoruz.
‘MANİPÜLASYONA ÇOK AÇIK DURUMDAYIZ’
Malumat anlamındaki gelişmeler, salgın döneminde Prof. Dr. Nabi Avcı hocamızın ‘Enformatik Cehalet’ diye yazdığı bir kitabı vardı. Her bilgi doğru mudur; dolayısıyla manipülasyona çok açık durumdayız. İngiltere’de Birexit tartışmaları çok önemli. Facebook ve başka sosyal medya şirketlerin Birexit’e etkisi üzerine İngiltere Parlamentosunda bir çalışma yapmış hatta rapor hazırlanmış. Facebook’un sahibini davet ediyorlar ama gelmiyor.
Eskiden ulusal hükümetlerin ülke sınırları içerisinde demokrasiye, özgürlüklere karşı tehdit ve risk oluşturan uygulamaları vardı. Şimdi ise çok uluslu şirketlerin demokratik davranışları, siyasi kararları etkileyen tutumları var. Bence tedbir alınmazsa, bu tedbiri uluslararası bazı sözleşmelerle, ülkelerin birlikte hareket etmesi suretiyle yapabiliriz. Viyana’da eylül ayı başında uluslararası toplantıya katıldım. Üç gündem maddesi var, birisi bu. Avusturya Meclis başkanı aynı şikayetlerden bahsetti. Bizim şikayetçi olduğumuz ne varsa o ülkelerde aynı. Avrupa, Latin Amerika, Afrika, Asya’da bu tartışılıyor. Ben de onu söyledim, ulusal düzenlemeler yapabiliriz ancak uluslararası düzenlemeler yapılmalı, dedim. Doğru soruyu sormazsak tartışmayı yanlış mecraya getiririz. Özgürlükler, güvenlikler meselesinin üçüncü ayağı var; çok uluslu şirketlerin kâr maksimizasyonu vs. Filistin’de bazı olaylarda, bir çocuğun öldürülmesi konusundaki videonun Twitter’e konulmadı. Bazı görüşlere destek verildiğini bazı görüşlere kapatıldığını görüyoruz.
Bir fikir AVM’si sunmuyor. Onun da hedefi var kendine göre. Bu hedefler çerçevesinde size bir faaliyet alanı sunuyor. Bunun siyasi iradelere, siyasi tercihlere etkisi konusu. Brexit bence önemli olay, üzerinde çalışmak lazım. Özgürsünüz, kendiniz veriyorsunuz evet. Ancak bazı bilgilere dayanarak o kararı veriyorsunuz. Bir taraftan sizin korkularınızı istismar ediyor, korktuğunuz şeyleri çoğaltarak önünüze getiriyor. Seçime gidip oy kullanmamanız onun hedef ise sizin sandığa gitmemenizi güçlendirecek şeyleri söylüyor. Sürekli onlara maruz kalmak suretiyle zihninizde bir karar oluşuyor. Bunun ciddi tehdit olduğunu düşünüyorum, önümüzdeki yıllarda çok daha ciddi tehdite dönüşecektir bu.”