Törende konuşan Bakan Süleyman Soylu, “Eğer 60 yıl sonra biz buraya geliyorsak sadece şehit edilişleriyle alakalı değildir. Elbette önemlidir, elbette sahip çıkılmalıdır ama kişiliklerinin güçlü, kuvvetli ve bu ülkeye bıraktıklarıyla alakalıdır. Eğer elinize geçirirseniz İstanbul Emniyet Müdürü Oktay’ın hatıralarını okumanızı tavsiye ederim. Oğlunun yazdıklarını okumanızı tavsiye ederim. Neler çektiğini, Tevfik İleri’nin cezaevlerinde hangi işkencelerle karşı karşıya kaldığını… Benim ülkem bunu hakketmedi, İstiklal Madalyası’nın kahramanları bunu hak etmedi. Ama eğer bugün Türkiye’nin bugün ilerleme aşkı varsa, her türlü darbeye karşı bir mücadele kararlılığı varsa, 1960 darbesinin belki kitaplarda dahi okutulmamış gençlerin ay yıldızlı bayraklarla 15 Temmuz gecesi bütün meydanlara ‘hürriyet ve özgürlük bizim şiarımızdır’ diye çıkışları varsa, anneleri babaları ‘aman dikkat et oğlum’ dediğinde ‘ben memleketimi birilerinin müstemlekesi haline getirmem’ diye adım atıyorlarsa, bu bir ruh halidir. Bu ruh halinin taşınması İstiklal Marşı’nda vardır, her 5 vakit okunan ezanda vardı. Annelerimizin, babalarımızın, abilerimizin secdeye eğildiğinde, ellerini semaya açtığındaki dualarında vardı. Rahmetli Özal, Allah nur içinde yatırsın, şehitlerimizi hangi anlayışla buraya getirmiş, o yıllar zor yıllardı, çok zor yıllardı. Aslında 1960 darbesinin fiili anlayışının devam ettiği yıllardı. Hangi anlayışla buraya getirmişse aynı zihniyet bu ülkede Cumhurbaşkanımızın şahsında devam etmektedir. Bu zihniyette kalkınma vardır, özgürlük vardır, millet vardır, medeniyetimiz vardır, değerlerimiz vardır, dünyaya söyleyecek sözü olan yetişmiş insanların ve milletin büyük iddiaları vardır” dedi.
Bakan Soylu, Vatan Caddesi’ne dikkat çekerek, “Adnan Menderes’in bu ülkeye kazandırdığı caddenin hemen önündeyiz. Vatan Caddesi’nin ve Barbaros Bulvarı’nı yaparken ‘buraya uçak mı indireceksiniz’ dediler, kıyameti kopardılar. Ama o düşüncenin bugünkü dalları da bugünkü anlayışı da o zihniyette ülkemizin yarınlarına büyük emanet bırakmak için bu mücadeleyi sergilemektedir. Vesayetten, nefretten, darbelerle geri bırakılmaktan, tekrar tekrar aynı senaryolarda figüran olmaktan kurtarmaya hep birlikte kararlı olmalıyız. Onun için her 16-17 Eylül’de burada olduk. Bundan sonraki 17 Eylüllerde de inşallah bizler ve bizlerden sonra gelecekler burada olacaklar” ifadelerini kullandı.
“HAFIZALARIMIZA KAZINAN O GÜLER YÜZÜ, NEZAKETİ VE ZARAFETİ ASLA SİLİNMEYECEK”
İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, “60 yıl geçti, koskoca 60 yıl. Adnan Menderes hala halkımızın gönlündeki, en müstesna yerde yaşamaya ve yaşatılmaya devam ediyor işte. Peki ya kalemini kırıp, darağacına mahkûm edenler? Ya Yassıada? Yassıada, Sayın Cumhurbaşkanımızın yüksek iradeleriyle artık Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak yaşıyor. O yaslı ada ki, bugün artık bir özgürlük adası ve Adnan Menderes ile arkadaşlarının aziz hatıralarını yaşatmak için hür maviliklerin ortasında duruyor, durmaya da devam edecek. Merhum başvekilimiz Adnan Menderes’in ülkemize yaptığı büyük hizmetler unutulmayacak; hafızalarımıza kazınan o güler yüzü, nezaketi ve zarafeti asla silinmeyecek. Aziz milletimizin böylesine karanlık günleri bir daha asla yaşamaması dileğiyle, aramızdan ayrılışlarının 60. Yıl dönümlerinde, merhum başbakanımız Sayın Adnan Menderes ile Sayın Fatin Rüştü Zorlu ve Sayın Hasan Polatkan beyefendileri bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyor” dedi.
Konuşmaların ardından anıt mezara karanfil bırakıldı. Bakan Soylu Aydın Menderes’in de kabrini ziyaret etti.
DEMOKRASİ TARİHİNİN KARA GÜNÜ! MENDERES, ZORLU VE POLATKAN İDAM EDİLİŞLERİNİN 60. YILINDA ANILIYOR
Türkiye demokrasisi, 16-17 Eylül 1961 tarihlerinde en kara günlerinden birini yaşadı. 1950 seçimlerinde yüzde 52,7 oyla iktidara gelen ve 10 yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes ile arkadaşlarının idamının üzerinden 60 yıl geçti.
Aydınlı çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Menderes, siyasete 1930’da, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın bir kolunu organize ederek başladı. Partinin kendini feshetmesinden sonra CHP’ye geçen Menderes, 1931 seçimlerinde Aydın milletvekili seçildi.
İsmet İnönü ile “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” görüşmeleri sırasında görüş ayrılığına düşen Menderes, parti içi muhalefetten dolayı 1945 yılında CHP’den ihraç edildi.
Adnan Menderes, CHP’den birlikte ihraç edildikleri arkadaşları Celal Bayar, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan ile 7 Aralık 1945’te Demokrat Parti’yi (DP) kurdu.
DP, 14 Mayıs 1950’deki seçimlerde büyük bir başarıya imza atarak yüzde 52,7 oyla 420 milletvekili çıkardı. CHP ise aynı seçimde yüzde 39,4 oy ile 63 milletvekili çıkarabildi.
TBMM Başkanlığına Refik Koraltan, Cumhurbaşkanlığına DP Genel Başkanı Celal Bayar seçilirken yeni hükümet ise Adnan Menderes başbakanlığında kurularak 22 Mayıs’ta göreve başladı. Köprülü, bu kabinede dışişleri bakanı oldu.
EZAN ASLINA DÖNDÜRÜLDÜ
Adnan Menderes’in 10 yıllık başbakanlığı döneminde Türk iç ve dış politikasında büyük değişimler oldu.
Birinci Menderes Hükümeti’nin ilk icraatı “fazla masraf olduğu” gerekçesiyle devlete ait otomobilleri satmak oldu. Menderes döneminde paralara mevcut cumhurbaşkanının resminin basılması uygulaması kaldırıldı.
Bu uygulamayla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün resimleri tekrar paralara basılmaya başlandı.
Menderes Hükümeti, Arapça ezan okuma yasağını kaldırarak dini özgürlüklerin önünü açtı. Eğitim ve öğretim kurumlarından laiklik adına kaldırılan din eğitimi de Menderes döneminde, dördüncü sınıftan itibaren velinin isteğine bağlı olarak yeniden verilmeye başlandı.
KORE’DEKİ BAŞARININ NATI ÜYELİĞİNDEKİ ETKİSİ
Menderes Hükümeti tarafından, 25 Temmuz 1950’deki Bakanlar Kurulu toplantısında Kore’ye askeri bir kuvvet gönderilmesine karar verildi.
Türk askerinin Kore’deki başarısı Türkiye’nin NATO’ya üye olmasında etkili oldu. Türkiye tarafından NATO’ya girmek için ilk başvuru 11 Mayıs 1950’de yapılmıştı. Adnan Menderes Hükümeti döneminde ise Türkiye, 1952’de NATO’ya tam üye kabul edildi.
MENDERES’İN EKONOMİK KALKINMA ATILIMLARI
Devletin ekonomik hayata müdahalesini yoğun şekilde eleştiren Menderes, iktidara geldiği ilk günden itibaren ekonomide liberal bir politika izledi. Menderes’in politikalarıyla ekonomide kalkınma dönemine giren Türkiye’de, serbest piyasa ekonomisine geçişe hız verildi.
İthalata getirilen kısıtlamaları kaldıran Menderes hükümeti tarafından kredi faizleri düşürülerek özel sektörün daha fazla kredi kullanımı teşvik edildi. Gelen kredilerin özellikle tarım alanında kullanılması önerilirken tarımda makineleşme çalışmaları başladı.
Yabancı sermaye girişini teşvik etmek amacıyla yasal mevzuat hazırlanarak KİT’lerin özel sektöre devri öngörüldü.
Ülkede yeni sanayi tesisleri, 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye’nin gayrisafi milli hasılası yılda ortalama yüzde 9 büyüdü.
1954 GENEL SEÇİMLERİNDE İKİNCİ BÜYÜK ZAFER
2 Mayıs 1954’te yapılan genel seçimlere katılım, hiçbir kanuni zorlama olmamasına rağmen yüzde 88,63 gibi oldukça yüksek oranda gerçekleşti.
DP, yüzde 56 oy oranıyla cumhuriyet tarihinin en yüksek oyunu aldı ve Meclisteki milletvekili sandalyelerinin yüzde 93’ünü kazandı.
DARBENİN AYAK SESLERİ: “6-7 EYLÜL OLAYLARI”
Demokrat Parti’nin 1954’te kazandığı bu zaferin ardından, Kıbrıs’ta yaşanan sorunlar tüm ağırlığıyla hissedilmeye başlandı.
Kıbrıs konusunun müzakere edilmesi için 29 Ağustos 1955’te gerçekleştirilen Londra Konferansı’ndan, Türkiye’de yaşanan “6-7 Eylül olayları” nedeniyle bir sonuç alınamadı.
“Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı”na ilişkin haberlerle başlayan “6-7 Eylül Olayları”, sıkıyönetim ilan edilerek ancak bastırılabildi.
Olaylar bastırılana kadar İstanbul’da Rumlara ait çok sayıda kilise, okul, iş yeri yağmalandı, yakıldı. Binlerce Rum, uzun yıllardır yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı.
DÜŞEN UÇAKTAN YARA ALMADAN KURTULDU
Kıbrıs konusunda 11 Şubat 1959’da imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayandırıldı. Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmen 16 Ağustos 1960‘ta kurulmasını sağlayan sürecin en önemli adımı oldu. Bu süreçte Başbakan Menderes’in yanı sıra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu etkin rol üstlendi.
17 Şubat 1959’da Kıbrıs konusunda Yunanistan’la imzalanan ikili antlaşmanın ardından üçlü görüşmeler için İngiltere’ye giden Menderes’in uçağı, Londra Gatwick Havalimanı yakınlarında alçalırken düştü. Menderes bu kazadan yara almadan kurtuldu.
DP, 27 Ekim 1957’de yapılan genel seçimlerde yüzde 9,3’lük kayıpla yüzde 47,30 oy aldı.
Menderes, seçimlerin ardından parti içinde öz eleştiriye giderek seçim sonuçlarını teşkilatın yeterince çalışmamasına, basında yer alan yalan haberlere bağladı.
27 MAYIS 1960 ASKERİ DARBESİ
Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bazı general ve subayların oluşturduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi, 27 Mayıs 1960’ta sabaha karşı yönetime el koydu.
Darbeciler, TBMM ve Anayasa’yı feshetti ve siyasi faaliyetleri askıya aldı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, DP’li milletvekilleri, hükümet üyeleri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ile bazı üst düzey kamu görevlileri gözaltına alındı.
Adnan Menderes, aynı gün yurt gezisi kapsamında bulunduğu Kütahya’da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara’ya götürüldü ve daha sonra diğer tutuklu DP üyeleriyle Yassıada’da hapsedildi.
Menderes ve diğer DP üyeleri, bulundukları Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladı.
SANIKLARA SAVUNMA HAKKI TANINMADI
Menderes ve hükümet üyelerinin yargılandığı davalar Yassıada Spor Salonu’nda görüldü.
Celal Bayar’ın “1 numaralı” sanık olduğu davada, dönemin Başbakanı Menderes ise onun yanındaki sandalyede oturdu.
Türk halkı, “demokrasi getireceğini iddia ederek demokrasiyi yargılayan” davaları “Yassıada Saati” programıyla radyodan takip etti.
Mahkeme sürecinde sanıklara kötü muamele edildiği de gündeme geldi. Darbecilerin, “Düşükler Yassıada’da” ismiyle sanıkları küçük düşürmek amacıyla çektikleri film de dönemin kabul edilemez görüntüleri arasına girdi.
Sanıkların Yassıada’ya gidişleri sırasında görüntü çekilmediği için Bayar ve Menderes’in yeniden motordan indirilerek adaya getirildikleri anlar bir kurmaca içinde çekildi. Bu süreçte Menderes başta olmak üzere hiçbir sanığa savunma hakkı tanınmadı.
Davalarda, Hakim Salim Başol’un “Anlatın, buralara cevap verin” sözleri üzerine “Arz edeyim efendim” şeklinde iddialara cevap vermeye çalışan Menderes’in sözleri hep “Kısa kes” ifadeleriyle yarım bıraktırıldı.
Beş ay sonra ilk kez hakim karşısına çıkarılan Menderes, ruh halini şu sözlerle anlattı:
“Dört-beş aydan beri tamamıyla tecrit vaziyetinde bulunuyorum ve tek bir odanın içinde ve günün 24 saatinde her saat değişen bir nöbetçi subayın nezareti altında hiç kimse ile konuşmak imkanı mevcut olmamak şartı ile yaşıyorum. Bu itibarla konuşma takatim hakikaten zaafa uğramış bulunuyor.”
MAHKEME HEYETİ 592 SANIKTAN 288’İ İÇİN İDAM İSTEDİ
Yassıada’daki yargılamalar, 14 Ekim 1960’ta başlayıp 15 Eylül 1961’de karara bağlandı. Toplam 19 dosyada toplanan davalar “anayasayı ihlal” davasıyla birleştirildi.
Tutuklular “vatana ihanet, Meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi, Kırşehir’in ilçe yapılması, CHP’nin mallarına el koymak”tan suçlu bulundu. Yassıada duruşmalarında 6-7 Eylül olaylarından da DP sorumlu tutuldu.
592 sanıktan 288’i için idam istendi. Kararı açıklayan Yüksek Adalet Divanı, 15 sanığı idam cezasına çarptırdı.
Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam kararları oy birliğiyle alındı.
Eski TBMM Başkanı Refik Koraltan, eski TBMM Başkanvekilleri Agah Erozsan, İbrahim Kirazoğlu, eski Tahkikat Komisyonu Başkanı Ahmet Hamdi Sancar, eski Tahkikat Komisyonu üyeleri Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, eski bakan Emin Kalafat, eski milletvekilleri Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ile eski Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun hakkındaki idam kararları ise oy çokluğuyla alındı.
BAZI İSİMLER AFFEDİLDİ
Aralarında eski bakan, eski milletvekilleri, Tahkikat Komisyonu üyeleri, İstanbul Valisi ile İstanbul Belediye Başkanının da bulunduğu 31 sanık hakkında ise müebbet hapis cezası verildi. Sanıklardan 92’si 6 yıl ile 20 yıl arasında ağır hapis, 94’ü 5 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Bazı sanıklar kısa süreli hapis cezasına çarptırılırken bazıları beraat etti.
Birçok yabancı ülke lideri, idamların durdurulması için Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi’ne defalarca çağrıda bulundu. Bunun üzerine Komite, Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celal Bayar’ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi.
BEYAZ GÖMLEK GİYDİRİLDİ
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 16 Eylül 1961’de sabaha karşı idam edildi.
Menderes ise 17 Eylül 1961’de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden “sağlam” raporu alınmasının ardından, İmralı Adası’na götürüldü.
İlk durak, komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu. Menderes’in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin.” cümlesi döküldü. İdam sehpasına gitmeden önce din görevlisi ile birkaç dakika konuştu. Ardından beyaz gömlek giydirildi.
SON SÖZÜ ‘DEVLETİM VE MİLLETİME EBEDİ SAADETLER DİLERİM’
Menderes’in idam sehpasına çıkarıldıktan sonraki son sözleri, “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum…” oldu.
Menderes, 17 Eylül’de saat 13.21’de İmralı Adası’nda idam edildi.
“Yeter söz milletindir.” diyerek çıktığı siyaset yolunda güçlü Türkiye hayalini, politikaları ve kalkınma atılımlarıyla gerçekleştirmeye çalışan Menderes ve arkadaşları “demokrasi şehidi” olarak tarihine geçti.
TBMM İTİBARLARINI İADE ETTİ
TBMM tarafından 11 Nisan 1990’da kabul edilen bir kanunla Adnan Menderes ve onunla birlikte idam edilen arkadaşlarının itibarları iade edildi.
Aynı kanun uyarınca Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun naaşı, 17 Eylül 1990’da İmralı’dan alınarak devlet töreniyle İstanbul Vatan Caddesi’nde yaptırılan anıt mezara taşındı.
YASSIADA’NIN TARİHİ 61 YIL SONRA DEĞİŞTİ
Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerinden birine ev sahipliği yapan, ismi “yassı”, namı “yaslı” ada, Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak yeniden doğdu.
Yassıada’nın ismi 2013’te “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” olarak değiştirildi. 2015’te de yeniden düzenleme faaliyetlerine başlanarak, kültür ve kongre merkezi haline getirilmesine karar verildi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan proje kapsamında, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin zulmüne uğrayan Demokrat Partili 592 siyasetçinin 15 ay boyunca hücrelerde ve zindanlarda tutulduğu Yassıada’nın tarihi 60 yıl sonra “Demokrasi ve Özgürlükler Adası”na dönüştü.
Demokrasi ve Özgürlükler Adası, 27 Mayıs 1960 darbesinin 60. yılında Yassıada; demokrasi ve milli iradeyi yansıtacak müze, kütüphane, konferans salonu ve Demokrasi Feneri gibi birçok sembol yapıyla yenilenerek özel bir törenle halka açıldı.
Türkiye’nin demokrasi ve siyasi tarihinin utanç vesikaları olan darbe, tutuklamalar ve yargılamalar ülkenin genç nesillerine öğretilerek, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun aziz hatıralarının yaşatılması için adada darbe yargılamalarına sahne olan spor salonu 27 Mayıs Müzesi’ne dönüştürüldü.
Adadaki yapılardan biri de dünyanın demokrasi tecrübesi ve insan hakları tarihinin aktarıldığı Demokrasi ve Özgürlükler Müzesi olarak değerlendirildi. Kütüphanesi ve sergi alanlarıyla birlikte ada, tam anlamıyla bir açık hava müzesi olarak tasarlandı.
Adada uluslararası alanda üst düzey katılımcıların da misafir edilebileceği dikkate alınarak 123 odalı kongre oteli, her türlü toplantıya ev sahipliği yapabilecek 500 kişilik kongre merkezinin yanı sıra cami, anıt ve park ile meydanlar da inşa edildi.
YASSIADA YARGILANMALARININ HUKUKİ DAYANĞI KALDIRILDI
TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un ilk imza sahibi olduğu, AK Parti ve MHP milletvekillerinin imzasını taşıyan, 1924 Tarih ve 491 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanun’un Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, 23 Haziran’da Mecliste oy birliğiyle kabul edildi.
Söz konusu kanunla Yüksek Adalet Divanı’nın kullandığı yetkilerin hukuki dayanağını oluşturan ve halen yürürlükte bulunan kanun hükümleri geçmişe dönük yürürlükten kaldırıldı.
Yeni dava yolu öngörülerek Yüksek Adalet Divanı’nın kuruluşuna ve yetkilerine ilişkin kanun hükümlerinin yürürlükten kaldırılmasıyla hükümsüz hale gelen kararlardan kaynaklanan zararların tazminine imkan sağlandı ve kararlarının adli sicil ve her türlü arşiv kayıtları silindi.
TÜRK SİYASETİNİN ÇALIŞKAN İSMİ: HASAN POLATKAN
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile idam edilen Maliye Bakanı Hasan Polatkan, çalışkanlığı ve başarılı icraatıyla ön plana çıkan bir isimdi.
Polatkan’ın yargılandığı duruşmaların başsavcısı Altay Ömer Egesel 22 yıl sonra “Polatkan’a yazık oldu” ifadelerini kullanırken, eşi Mutahhare Polatkan ise “Bu kadar kendini işine veren bir insanı asacağına, bırak bu memlekette çalışsın. Ne zihniyet ne şahsi kısmet ne talih…Biz böyle gümbürtüye gittik.” değerlendirmesini yapmıştı.
Genç yaşında başarıları ve çalışkanlığıyla çevresinin takdirini kazanan Polatkan, 1. Dünya Savaşı yıllarında 1915’te Eskişehir’de dünyaya geldi.
Kurtuluş Savaşı döneminde yokluk ve sıkıntı dönemlerinde zor şartlar altında eğitimini sürdüren Polatkan, evde ve iş yerlerinde elektriğin olmadığı bu dönemde Eskişehir’de sokak lambalarının altında kitap okurdu.
Hasan Polatkan, eğitim aldığı okulları birincilikle bitirdi. Okul yıllarında ticari, iktisadi konuları içeren yayınlara ilgi duyan Polatkan’ın Türkiye ekonomisi hakkındaki görüşlerinin netleşmesi de bu döneme denk geldi.
Temmuz 1946’da yapılan seçimlerde Eskişehir’den Demokrat Parti adayı olarak milletvekili seçilen Polatkan, Eskişehir’in Kırım Tatarlarından Seyit Çiftkurt’un kızı Mutahhare Hanım’la 1949 yılında evlendi. Evliliğinden Sema ve Nilgün adında iki kız çocuğu olan Polatkan’ın en büyük özelliklerinden biri de ailesine düşkünlüğüydü.
Polatkan, Mayıs 1950 seçimlerinde yine Eskişehir’den Demokrat Parti milletvekili seçilirken, birinci Adnan Menderes hükümetinde Çalışma Bakanı olarak görev aldı.
İstifa eden Halil Ayan’ın yerine Maliye Bakanlığına getirilen Polatkan, ikinci ve üçüncü Adnan Menderes hükümetlerinde de bu görevi yürüttü.
Polatkan, Aralık 1955’te bu görevden istifa ederken, bir sene sonra Aralık 1956’da tekrar Maliye Bakanlığına getirildi. 27 Ekim 1957’de yapılan genel seçimlerde Eskişehir’den dördüncü defa Demokrat Parti milletvekili seçilen Polatkan, askeri darbeye kadar bu görevini sürdürdü.
‘KABİNENİN EN SAĞLAM VEKİLLERİNDEN BİRİ’
Dönemin muhalif yazarlarından Metin Toker’in yönetimindeki Akis dergisinin 1 Ocak 1955 tarihli sayısında Hasan Polatkan için şu ifadeler kullanılıyordu:
“Hasan Polatkan bir çalışkan vekildir. Çok zaman saat sekizde (aksam ve sabah) onu makamında bulmak kabildir. Demokrat Parti iktidarının bütçesini derleyip toplamak o kadar kolay olmasa gerek… Polatkan bunu muvaffakiyetle yaptığı için kabinenin en sağlam vekillerinden biridir ve sarsılması için hiç ama hiçbir sebep mevcut değildir. Türkiye’ye denk bir bütçe hediye eden ilk kabinenin Maliye Vekili olması kendisine daima şeref verecektir.”
İŞÇİ VE ÇİFTÇİLER İÇİN EMEK VERDİ
Polatkan, siyasi hayatı boyunca çiftçiler ve işçiler için birçok yeniliğin yolunu açtı.
Ülkesini ve insanını her yönden iyi tanıyan Polatkan, Tarım Bakanlığının bütçesi için “Nüfusunun yüzde 81’i çiftçi olan bir memlekette Tarım Bakanlığına ayrılan para, Emniyet Umum Müdürlüğüne ayrılan paradan daha az olacak olursa bu, hakikaten üzülmeye değer bir noktadır.” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Polatkan işçilerin sağlık ve giyim şartlarının iyileştirilmesi için de yoğun çaba sarf etti.
İDAMA GİDEN SÜREÇ
Hasan Polatkan, Başbakan Menderes’le 26 Mayıs 1960’ta Eskişehir’deki programlara katılırken, askeri darbenin yönetime el koyduğunu sabah saatlerinde eşi Mutahhare Polatkan’dan öğrendi.
Menderes’le birlikte Kütahya’ya geçen Polatkan, burada ihtilal kuvvetleri tarafından tutuklanarak Ankara Harp Okuluna sevk edildi. Polatkan, burada bir süre bekletildikten sonra diğer Demokrat Partililerle birlikte Yassıada’ya gönderildi.
Bu süreçte işkenceye de maruz kalan Polatkan’ın ailesi, ziyaretleri sırasında onun elinin üzerinde sigara yanıkları olduğunu gördü.
Yassıada’daki kötü muamelelere dayanamayan Polatkan’ın bir askere “Bizi öldürecekseniz hemen öldürün ama lütfen bu hakaretleri durdurun. Artık tahammül edemiyorum.” feryadında bulunduğu ailesi tarafından dile getirildi.
Polatkan, 14 Ekim 1960’ta başlayan duruşmalarda “Ali İpar, Barbara, Ankara ve İstanbul Olayları, Anayasayı İhlal ile Vinileks” dosyalarından yargılandı. Uzun yargılamalar sonrası suçlu bulunan Polatkan, 15 Eylül 1961’de idam edileceğini öğrendi.
YARGILANMASINA SEBEP OLAN KANUNUN ALTINDA İMZASI OLANLAR YARGILANMADI
“CHP Mallarının Yasayla Hazine’ye Aktarılması Davası” sanıklarından Polatkan, son savunmasında, “CHP Mallarının Hazine’ye İadesi Kanunu”nun altında imzası olan ancak daha sonra Demokrat Partiden istifa eden vekiller yerine kendisinin neden bu kanundan dolayı yargılandığını sorarak yargılamadaki usulsüzlüğe dikkati çekmişti.
Polatkan, 2 Ağustos 1961 tarihli son savunmasında Yassıada’da neden yargılandıklarının asıl sebebini şöyle açıklamıştı:
“Diktaya gidiş vehmine ve isnadına delil olarak gösterilen CHP Mallarının Hazine’ye İadesi Kanunu’nu teklif eden, Meclis kürsüsünde müdafaasını yapan bazı mebuslar bugün bu davanın müsebbiplerinden olan CHP safında bulunduğu için suçlular arasında görünmüyor. 1950’den 28 Nisan 1960 tarihine kadar 10 yıl mebusluk yapan ve 27 Mayıs’tan bir ay önce istifa edenler de suçlular arasında değil. O halde itham edilmemizin, suçlu görülmemizin hakiki sebebini diktaya gidişe delil diye gösterilen bazı kanunları kabul etmek değil, 27 Mayıs 1960 günü Demokrat Parti iktidarının kadrosu veya hükümeti içinde bulunmuş olmamız teşkil ediyor.”
POLATKAN’IN SON SÖZLERİ
16 Eylül 1961’de sabaha karşı gerçekleşen infazdan önce yanına gelenler arasında bulunan hemşehrisi bir üsteğmenle konuşan Polatkan’ın son sözleri ise “Karıma ve çocuklarıma söyleyin, suçsuzum. Allah’a ve vicdanıma güveniyorum. Aynı sözleri anneme ve kardeşlerime de söyleyin.” oldu.
Darağacına getirilen Polatkan, sandalyenin üzerine çıkarılıp boynuna ilmek takıldığında ise “İp, gömleğimin üzerinde kalmasın.” diyerek hayata gözlerini yumdu.
HAKİM SONUCU SÖYLEMİŞ
Polatkan, Yassıada’da uzun savunmasını yaptıktan sonra idam kararı verilmeden önce hakimden “Kardeşim uzatma, sizi buraya gönderen güç cezalandırılmanızı istiyor bir an önce bitir de yemeğe gideceğiz.” cevabını almıştı.
İdam sonrasında Polatkan ailesi çok zor dönemler geçirdi. Zaten yaşlı olan annesi Hafız Hacı Gülsüm Hanım’a oğlunun idam edildiği söylenmedi. Oğlunun Pakistan’a sürgüne gönderildiği söylenen Gülsüm Hanım, oğlunun idam edildiğini öğrenmeden hayata gözlerini yumdu.
22 YIL SONRA GELEN ACI İTİRAF
Yassıada duruşmalarının Başsavcısı Altay Ömer Egesel, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden 22 yıl sonra 17 Eylül 1982 tarihinde Tercüman gazetesine verdiği röportajda bir itirafta bulunarak “Hasan Polatkan’a yazık oldu.” dedi.
Egesel verdiği röportajda şu ifadeleri kullandı:
“15 idam kararı verildi. Milli Birlik Komitesi de bunların üçü için ‘evet’ dedi. İdam edilmelerini istemezdim. Bana göre idam edileceklerin başında Celal Bayar gelirdi. Ve idam listesinde Hasan Polatkan en son sırada yer alırdı. Polatkan’a yazık oldu.”
DIŞ POLİTİKANIN CESUR DEVKET ADAMI: FATİH RÜŞTÜ ZORLU
Merhum Başbakan Adnan Menderes ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından idam edilen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türk dış politikası ve Kıbrıs konusunda attığı cesur adımlarla Türkiye’nin önemli devlet adamları arasında yer aldı.
1910 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Fatin Rüştü Zorlu, orta ve yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra 1932 yılında Hariciye Vekaleti’ne meslek memuru olarak girdi.
Dışişleri Bakanlığı İktisat ve Ticaret Dairesine 1946 yılında Genel Müdür olan Zorlu, 1952’de NATO Daimi Delegesi olarak atandı. Zorlu, 1954 yılında çok çetin pazarlıklar yaparak NATO’dan Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilk zırhlı tümeni için gerekli teçhizatı aldı.
Menderes’in davetiyle 1954 yılında büyükelçilik görevinden ayrılarak Demokrat Partiden (DP) aday olan Zorlu, Çanakkale’den milletvekili seçildi ve kurulan kabinede devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev yaptı.
Zorlu, bu görevi süresince Birinci Londra Konferansı, Bağdat Paktı, Bandung Konferansı, Türkiye-Orta Doğu ve Türkiye-ABD ilişkileri gibi konularda politikanın belirlenmesinde etkin rol aldı. 1955 Bandung Konferansı’nda Türk heyetine başkanlık eden Zorlu, konferansa katılan bağlantısız ülkelere “her türlü emperyalizme karşı olmak” ilkesini kabul ettirdi.
Zorlu’nun bu tavrı sadece SSCB tarafından değil, yurt içinde de eleştirilmesine neden oldu. Zorlu, “Amerikan sözcüsü gibi davranarak bağımsızlıklarını yeni kazanan bu devletlere liderlik etme fırsatını kaçırmakla” suçlandı.
Kıbrıs konusuna büyük önem veren Zorlu, 1955 yılında Türkiye’nin Kıbrıs tezini açıkladı. 6-7 Eylül olaylarından sonra Kasım 1955’te kabineden istifa eden Zorlu, Temmuz 1957’de Basın İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı oldu.
Demokrat Partinin kurucularından ve Dışişleri Bakanı olan Fuad Köprülü ile hayli uzun süren bir çekişme içine giren Zorlu, 1957 seçimlerinden sonra 25 Kasım 1957’de Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu.
ZORLU’NUN GİRİŞİMLERİYLE ORTAK PAZAR’A BAŞVURULDU
Türkiye’nin ekonomik meseleleriyle de yakından ilgilenen Zorlu, ülkeye bol miktarda sermaye çekmeyi başardı. Türkiye’de 1957 yılında ciddi ekonomik sıkıntılar yaşanmasına rağmen DP tekrar iktidar oldu. Batılı müttefiklerinden istediği ölçüde yardım alamayan Türkiye, Zorlu’nun da katkısıyla SSCB’ye yöneldi.
Ortak Pazar’a üye olma konusuna önem veren Zorlu, bunun sadece ekonomik değil siyasi açıdan da getirileri olduğuna dikkati çekiyordu. Bu nedenle Yunanistan’ın başvurusundan hemen sonra Zorlu’nun girişimleriyle Türkiye, 1959’da Avrupa Birliği’nin temeli olan Ortak Pazar’a üyelik başvurusunda bulundu.
Türkiye’nin SSCB ile ivme kazanan ticari ilişkileri, Batılı müttefiklerinin tepkisine neden oldu.
ZORLU’NUN KIBRIS İÇİN VERDİĞİ MÜCADELE
Zorlu, Menderes tarafından 1954 seçimlerinin hemen ardından Kıbrıs sorunuyla ilgilenmek üzere görevlendirildi ve bu konuda Türkiye’ye büyük katkılar sağladı.
“Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur.” diyen dönemin Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü’nün aksine Başbakan Yardımcısı Zorlu, Kıbrıs adasının tekrar kazanılması için büyük bir gayret gösterdi.
Kıbrıs konusunu incelemek ve politika belirlemek için bir komisyon kuran Zorlu, Kıbrıs’ın Türkiye ile bağlarını ortaya koyan belgeleri bir araya getirerek “Beyaz Kitap”ı hazırladı. Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki haklılığının tüm dünyaya anlatılması için önemli bir kaynak olan kitap, İngilizce ve Fransızcaya çevrilerek yabancı temsilciliklere dağıtıldı.
Kıbrıs halkına büyük destek veren Zorlu, 1958 yılında Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını hedefleyen silahlı örgüt EOKA’nın faaliyetlerine karşı Türk Mukavemet Teşkilatının kurulmasında önemli rol oynadı. Bu mücadele, Londra ve Zürih Anlaşmalarının imzalanması, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarının hukuki olarak garanti altına alınmasıyla sonuçlandı. Zorlu, Türkiye’yi, Kıbrıs Türk halkının ve yeni kurulacak Kıbrıs devletinin üç garantör devletinden biri olmasını sağladı.
Dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Evangelos Averof, 5 Aralık 1958’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yapılan Kıbrıs görüşmelerini yıllar sonra 1984’te, “Davayı kaybettik, Zorlu kazandı. Kıbrıs’ın bağımsızlığa kavuşturulmasından başka çıkar yol olmadığı üzerinde mutabık kaldık.” diye anlatmıştı.
Zorlu’yu Yassıada’ya götüren süreçte muhalifleri, onun Kıbrıs mücadelesindeki tavrını negatif propaganda amacıyla kullandı.
Selanik’te “Atatürk’ün evine bomba atıldığı” iddia edilen bir haberin ardından Türkiye’de 6-7 Eylül 1955 olayları yaşandı. Olaylarda, İstanbul’da azınlıklara ait çok sayıda kilise, okul, iş yeri yakıldı, yağmalandı, binlerce azınlık, uzun yıllardır yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı.
O dönem kendisine husumet beslediği iddia edilen Demokrat Parti kurucularından Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü de 27 Mayıs 1960 darbesinden sadece 8 gün sonra bir gazeteye verdiği röportajda, 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili Fatin Rüştü Zorlu ve Menderes’i suçlayarak, “Bu müessif hadisenin baş tertipçisi ve müsebbibi bizzat Menderes’ti. Kıbrıs’ı fethetmek için bu şekilde bir yol takip etmeyi doğru bulmuştur.” ifadelerini kullandı.
Atatürk’ün evinin bombalanması hadisesinin de bir tertip olduğunu ileri süren Köprülü, “Bizzat tertipçisi Menderes’tir. Kendisine bu aklı yine Kıbrıs fatihlerinden Zorlu vermiştir.” iddiasında bulundu.
Bu iddialar üzerine Yassıada’da alelacele 6-7 Eylül olayları davası açıldı.
Fatin Rüştü Zorlu’yu politikalarından dolayı sert bir şekilde eleştiren ve mahkum olmasına neden olan yayınlara imza atan gazetecilerden Orhan Birgit, yıllar sonra TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda görüşlerini anlatırken bir itirafta bulunarak, “Bugünkü Kıbrıs’ın yaradılışında isimsiz kahraman” değerlendirmesinde bulundu.
Yassıada yargılamalarında, Türkiye’yi temsilen 29 Ağustos 1955’te yapılan Londra Konferansı’na katılan Fatin Rüştü Zorlu’nun, Adnan Menderes’e gönderdiği “Kıbrıs konusunda hükümetin elinin güçlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını talep ettiği” telgraf, “6-7 Eylül olaylarının hükümet tarafından tertip edildiği” iddialarına dayanak gösterildi ancak yargılamalar sırasında bahsi geçen telgraf bir türlü bulunamadı.
Zorlu duruşmalarda bu telgrafı yalanlamadı, tedbirlerden kastının diplomatik önlemler olduğunun özellikle altını çizdi ancak mahkeme heyetini ikna edemedi. Yaklaşık üç ay süren ve 5 Ocak 1961’de sona eren davada, Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 6’şar yıl hapse mahkum edildi.