Son günlerde tartışmalara konu olan ‘kambiyo rejimi’, farklı anlamlarda kullanılsa da aslında döviz kuru rejimleri olarak biliniyor. Türkiye’de 1980’lere kadar uygulanan kapalı sisteme kambiyo sistemi adı verildiği için sermaye hareketlerinin kısıtlanması, dövizin denetlenmesi gibi geçmişte geçerli olan yaklaşımlarla ilişkilendiriliyor.
Hazine eski Müsteşarı ve ekonomist Dr. Mahfi Eğilmez, kişisel blogunda konuya ilişkin ‘Kambiyo Rejimi ve Türkiye Uygulaması’ başlığıyla yeni bir yazı yayımladı.
Eğilmez’in yazısı şöyle:
“Kambiyo, asıl olarak ticarette kullanılan bir terimdir: (1) Para yerine geçen ve bir alacağı temsil eden ve adına kambiyo senetleri denilen belgelerin değiş tokuş edilmesi. Türk Ticaret Kanununda kambiyo senetleri poliçe, bono ve çek olarak sıralanmıştır. (2) yabancı bir ülkedeki bir alacağın tahsil edilmesi, bir borcun ödenmesi ya da bir yabancı ülkeden toplanan para ya da para yerine geçen taşınabilir değerlerin başka bir yere aktarılması için yapılan işlem. Bu iki anlamı dışında ekonomi alanında da yeni bir anlam kazanmıştır: (3) Kambiyo sözcüğü ekonomide döviz ve efektif anlamlarında kullanılır. Döviz, dar anlamda yabancı parayı temsil eden belgeler ve hesaplar, efektif ise nakit olarak bulundurulan ve merkez bankası tarafından alış ve satışı yapılan yabancı para anlamında kullanılır. Bu çerçevede bir ülke parasının, başka ülkelerin parasına dönüştürülmesiyle ilgili işlemlere kambiyo işlemi veya döviz işlemi denir.
İki ülke parasının değiştirilmesi için örneğin 1 USD = 14,9 TL gibi bir eşitlik kullanılması gerekiyor. Bu değişimi sağlayan ve kısaca kur dediğimiz eşitliğin uzun adı kambiyo kuru ya da döviz kurudur. Eskiden yabancı paralarla ilişkiyi tanımlamakta kambiyo ve kambiyo kuru terimleri çok daha fazla kullanılırdı günümüzde onun yerine döviz ve döviz kuru terimleri kullanılır olmuştur.
Kambiyo rejimi denildiğinde anlaşılan konu sermaye hareketlerinin durumuyla ilgili düzenlemeler ve döviz kurlarının nasıl belirleneceği meselesidir. Sermaye hareketleri denildiğinde kastedilen şey bir ülkeye doğrudan yabancı sermaye yatırımı, portföy yatırımı (borsaya yatırım gibi) ya da borç şeklinde girecek ve geri çıkacak olan yabancı paralar ve parayla ifade edilen ödeme araçlarına nasıl bir rejim uygulanacağı konusudur. Bu konuda iki farklı rejim vardır: (1) Sermaye hareketleri denetim altındaysa ya da daha açık ifadeyle yabancı para ve yabancı paraya dayalı kaynakların ülkeye giriş ve çıkışı kısıtlanmış ve yabancı para alım satımı denetim altındaysa buna kambiyo kontrol rejimi ya da kontrollü kambiyo rejimi adı veriliyor. Bu rejim altında ülkeye yabancı para girişi ve ülkeden yabancı para çıkışı devletin denetimine ve iznine tabi durumdadır. (2) Sermaye hareketleri serbest bırakılmışsa (buna da serbest kambiyo rejimi deniyor) ülkeye girecek ve ülkeden çıkacak yabancı paralar ve döviz alım satımı, kara para denetimi gibi konular dışında, denetime tabi değildir.
Sermaye hareketlerinin denetime tabi tutulduğu kambiyo kontrol rejimine genellikle sabit döviz kuru yöntemi eşlik eder. Bu yöntemde merkez bankası yabancı paralara karşı ulusal paranın paritesini (eşitlik kurunu) belirler ve bunu savunur. Eğer belirlenen bu kur bir süre sonra gerçek durumu yansıtmaz hale gelirse o zaman devalüasyon (ya da revalüasyon) yapılarak kurun yeni değeri belirlenir. Bir başka deyişle bu yöntemde kur, piyasada arz ve talebe göre değil, merkez bankası tarafından belirlenir.
Sermaye hareketlerinin serbest olduğu serbest kambiyo rejiminde dalgalı döviz kuru yöntemi geçerlidir. Bu yöntemde ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerini bir otoritenin belirlemesine gerek yoktur, döviz kurları tıpkı diğer malların fiyatları gibi piyasada arz ve talebe göre belirlenir ve yine arz ve talebin durumuna göre sürekli değişim gösterir.
TÜRKİYE’DE KAMBİYO REJİMİ VE YANSIMALARI
Türkiye, 1980’lere gelene kadar 1930 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Kanun çerçevesinde yönetime büyük yetki tanıyan bir sistemle sıkı bir kambiyo kontrol rejimi uyguladı. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte dünyada Büyük Depresyon denilen kriz egemendi. Büyük Depresyon sonrasında da kambiyo rejimi bu kanun çerçevesinde uygulanmaya devam etti. 1980’lerin ortalarına doğru döviz kurlarının piyasada arz ve talep kurallarına göre belirlenmesi yöntemine geçilmekle birlikte bir yandan da müdahale söz konusu olmaya devam etti. O tarihlerde dünyada egemen olan yöntem de aşağı yukarı aynıydı. Buna müdahaleli dalgalı kur rejimi (dirty float) deniyor. Türkiye, 1990 yılında IMF Ana sözleşmesinin 8’inci maddesindeki koşulları tamamlayarak bu yarı denetimli rejimden sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı serbest kambiyo rejimine geçti ve Türk Lirası konvertibl hale geldi. Böylece yurt içinde yerleşik olan kişi ve kuruluşların yurt içindeki bankalarda yabancı para üzerinden hesap açabilmeleri, bankaların yabancı para üzerinden kredi verebilmesi, ülkeye döviz giriş çıkışı serbest bırakılmış oldu.
Günümüzde Türkiye serbest kambiyo rejimi içinde olmasına karşın çeşitli alt düzenlemelerle kur denetimi yapmaktadır. Bu alt düzenlemeler arasında döviz alım satımına vergi uygulanması, kur korumalı mevduat hesapları, ihracat gelirlerinin belirli bir yüzdesinin merkez bankasına satılması zorunluluğu, piyasada fiyat (kur) oluşumuna merkez bankası ve kamu bankaları eliyle döviz satışı yapılarak sürekli müdahale edilmesi gibi uygulamalar yer almaktadır. Son dönemde bu uygulamalara bakılarak Türkiye’nin kambiyo kontrol rejimine (piyasada kapalı kambiyo rejimi ifadesi de kullanılıyor) döneceği yönünde görüşler öne sürülüyor ve bu görüşler de siyasal iktidar tarafından yalanlanıyor. Yukarıda değindiğimiz uygulamalar, kambiyo kontrol rejimine kesin bir dönüşü göstermese de yarı kontrollü bir kambiyo rejimine girildiğini gösteriyor.
İMKÂNSIZ ÜÇLÜ TEZİ TÜRKİYE’DE ÇALIŞMIYOR MU?
Günümüzdeki tartışmalardan birisi de imkânsız üçlü ya da üçlü açmaz denilen olgunun Türkiye’de çalışıp çalışmadığı meselesidir. İmkânsız üçlü, en basit anlatımıyla; sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda sabit döviz kuru ve bağımsız para politikası uygulamasının bir arada var olamayacağını öne süren bir tezdir. Bu tezi daha anlaşılabilir bir biçimde şöyle ifade edebiliriz: Sermaye hareketleri serbest bırakılmışsa, kur ve faiz aynı anda kontrol edilemez, böyle bir ortamda ya ikisini de serbest bırakmak ya da ikisinden birini kontrol etmek söz konusu olabilir. Günümüzde Türkiye’de sermaye hareketleri serbest, döviz kurları ve faizler piyasada belirlenir görünse de merkez bankası hem faizi hem de kuru kontrol etmeye çalışıyor. Faizi kontrol ederken piyasa faizinin çok altında bir politika faizi belirliyor ve bankaları bu düşük faizle fonluyor. Ne var ki merkez bankasının faizi düşük tutması kredi faizlerinin bu faiz oranının üç katına yakın oluşmasını engelleyemiyor. Dolayısıyla faiz kontrolü yarı kontrol gibi bir etki yapabiliyor. Merkez bankası bir yandan da döviz satışı yaparak döviz kurunu belirli bir düzeyde tutmaya çalışıyor. Kur korumalı mevduat hesapları aracılığıyla gelen dövizlere ve ihracatla elde edilen döviz gelirlerinin yüzde kırkının merkez bankasına satılması zorunluluğuna karşılık merkez bankası rezervlerinin erimesi bize piyasaya döviz satışı yoluyla müdahale edilmeye devam edildiğini açıkça gösteriyor. Türkiye kur kontrolünü swap işlemleriyle elde ettiği rezervlerini kullanarak yaptığı için şimdilik bir sorun çıkmıyor. Faizi, merkez bankası aracılığıyla denetlese ve bankalara baskı yapılsa da piyasada faiz oluşumu yine de serbest olarak yürüyor. Ayrıca kur koruması adı altında ek faiz ödenerek ortaya çıkabilecek faiz – kur çelişkisi de kısmen engelleniyor. Öte yandan Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye yatırımı ve borçlanma gibi dış kaynaklar da eski düzeyde girmiyor. Giren yabancı paralar daha çok merkez bankasının yabancı merkez bankaları ve fonlarla yaptığı swap anlaşmalarıyla geliyor. Dolayısıyla bu tür kontroller tam anlamıyla bir kontrolden çok yarı kontrol gibi etki yapıyor ve imkânsız üçlüde öngörülen sorunları çıkartmıyor. Bu uygulamada sorun, swap anlaşmalarının sürdürülememesi halinde ortaya çıkar.
Kuşkusuz burada konu ettiğimiz sorunlar piyasa açısından ortaya çıkabilecek sorunlardır. Yoksa kur korumalı mevduat uygulamasının Hazine’ye getirdiği ağır yük bütçe açısından, swap anlaşmalarıyla sağlanan fonlar da geri ödeme yükümlülükleri açısından ciddi sorunlara yol açacak hamlelerdir.
Türkiye, sorunlarıyla yüzleşerek onları kalıcı biçimde çözmek yerine sürekli geçici çözümlerle ileriye erteleyerek daha da büyütmektedir.”