Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye ile AK Parti’nin kaderi bütünleşmiştir” sözlerini eleştirerek, “Kendi taraftarlarınızı size muhalif olanlara karşı kin ve nefretle dolduruyorsunuz. Bugün huzursuz bir toplum, mutlu bir azınlık oluşturmak AK Parti’nin kaderi olabilir ama Türkiye’nin kaderi değildir. Nefret tohumları ekerek, farklı düşünceleri hainlikle itham ederek siyasi ömrüne devam etmek Ak Parti’nin kaderi olabilir ama Türkiye’nin kaderi değildir” dedi.
Karamollaoğlu, partisinin genel merkezinde düzenlediği toplantıda gündemi değerlendirdi.
Türkiye’de her geçen gün adalet kurumu ve adalete olan güvenin biraz daha örselendiğini söyleyen Karamollaoğlu, “Mafya, siyaset ve medya üçgeninde ortaya atılan iddialar, hukuksuz ve karanlık işler, güç ve suç ortaklıkları artık mide bulandırıcı bir hal almıştır. Esas endişe verici ve üzücü olan bu kadar kirli ortaklıkların ortaya saçılması karşısında kimsenin kılının kıpırdamamasıdır. Elbette yetkililerden bahsediyorum. Yönetim, adalet mekanizması bunların üzerine gitmek zorundadır” dedi.
Karamollaoğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın “Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği yerde hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır” açıklamasını çok anlamlı ve kıymetli gördüğünü dile getirdi.
Temel Karamollaoğlu’nun açıklamaları şöyle:
- Üniversite imtihanları da gerçekleşti geçtiğimiz hafta. Tabi pandemi süreci içerisinde gerçekleşen bu sınav hakkında herkes şikâyetçi çok zor bir sınav gerçekleştirilmiş. Türkiye’deki imtihan sistemi herhalde dünyanın en beceriksiz ve en kalitesiz imtihan sistemi! Bu sınav sistemlerinin yeniden düzenlemesi gerekiyor. Ben İngilizce bildiğimi düşünüyorum ama emin olun, İngilizce sorularına bakınca şaşırıyorum. Bu kadar ince ayar sorularla bir öğrencinin İngilizce seviyesini ölçemezsiniz. Bu yapılan ülkemize fayda sağlamaz, bundan dolayı bu konuların özellikle de sınav sisteminin ele alınması gerektiği kanaatindeyim.
- Üzülerek ifade ediyorum; her geçen gün adalet kurumu ve adalete olan güven duygusu biraz daha örselenmektedir. Mafya-siyaset-medya üçgeninde ortaya atılan iddialar hukuksuz ve karanlık işler, güç ve suç ortaklıkları artık mide bulandırıcı bir hâl almaktadır. Esas endişe verici ve üzücü olan bu kadar pislik ortalığa saçıldığı halde kimsenin kılının kıpırdamamasıdır. Yönetim, adalet mekanizması, tüm kurumları ile bunların üzerine gitmek zorundadır. Bu sessizlik ve görmezden gelme hali, sorumlu olan herkesin dolaylı olarak suça iştirak ettiği anlamına gelir. Bu kadar ağır iddialar karşısında; iktidar suspus, savcı ve hakimlerin sanki eli kolu bağlı, medya ise tek satır haber bile yapamıyor. İddialar ve ortaya saçılan pisliklerin her biri birbirinden vahim; içinde bulunduğumuz bu durum ise hepsinden daha vahimdir.
- AYM Başkanı Sn. Zühtü Arslan‘ın yapmış olduğu açıklamaları anlamlı ve de kıymetli görüyorum. Sn. Zühtü Arslan, “Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği yerde, hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır” diyor. “Aklını ve vicdanını başkalarına kiralayan veya iradesine ipotek konmasına izin veren kişiden hâkim olamaz” diyor ve George Orwell’dan, Kant’tan alıntılarda yaparak vurgusunu pekiştiriyor. Saadet Partisi olarak, uzunca bir süredir altını çizdiğimiz bu hususların şimdi bir de AYM Başkanı tarafından dile getirilmesini önemli bir gelişme olarak görüyoruz. Sadece sözde kalmamasını temenni ediyoruz. George Orwell’e bir atıf da ben yapmak istiyorum. Şöyle bir cümle geçer meşhur 1984 romanında; “Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi; çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.” Aslında yasa diye bir şey var ama yasa dışılığa adapte edilen yasalarımız var kanunlar sürekli değişiyor. Kanunların bu kadar değiştiği ülkede siz adaleti tesis edemezsiniz.
‘Ağzını açan herkes gözaltına alınıyor’
- Bizim prensiplerimizin içinde; adaletle, liyakatle ve şefkatle birlikte bir de ahlak ve insaf prensibi vardır. Eğer biz insafı bir kenara bırakırsak devlet zulüm mekanizması haline gelebilir. Taksim’de geçen hafta polisin eylemlere müdahale ederken gösterdiği tavırda son derece düşündürücüdür. Evinin balkonundan polise seslenen ve “Bomba atıyorsunuz, çocuklar korkuyor burada” diyen vatandaş polis tarafından anında gözaltına alınıyor. Ağlayalım mı gülelim mi bilemiyoruz. Foto muhabiri Bülent Kılıç’ın boğazına basılarak gözaltına alınması da Türkiye’nin geldiği içler acısı hal için bir başka örnek. İnsanlar durduk yere hakarete uğruyor, “ağzını açan herkes” gözaltına alınıyor. Gücü eline geçirenler, hukuku çiğneyerek her istediğini yapacağını zannediyor. Türkiye bir polis devleti haline getirilmemeli. Bu hukuksuzluklara alet olanlar da bilmeli ki; bunların hesabı gün gelir sizlerden sorulur.
- Huzurlarınızda, iktidara ve adli kurumlara vicdani bir çağrıda bulunmak istiyorum. Ayşe Özdoğan isimli bir hanımefendi günlerdir sesini sosyal medya üzerinden duyurmaya çalışıyor. Kendisi bir dönem yurt yöneticiliği yapmış, bundan dolayı hakkında açılan bir davada 9 yıl 1 ay hapis cezası almış. Eşi de iki yıldır hapiste, 8 yaşındaki çocuğuna (Tek çocuğu var) bakan bir tek kendisi var; bunlardan daha vahimi ise Ayşe Özdoğan kanser hastası. Kemik ve doku nakli olmuş. Şu anda hastalık beynine sıçramış. %72 engelli durumunda. Bu şartlarda hapse girerse hayatını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Buradan bir çağrıda bulunuyorum; hem adil hem de vicdanlı olmak lazım. Böyle vahim bir durum var Allah rızası için müdahale edin. Biraz vicdanınız yerine göre harekete geçsin. Benden mi değil mi diye yaklaşmayın Allah rızası için bu konulara. Borsaların kurulduğu, parası olanların rüşvet vererek ceza almaktan kurtulduğu bir ülkede parası ve kimsesi olmayan gariban vatandaşlara reva görülenler kabul edilemez.
- Marmara Denizi müsilaj tehdidi ile karşı karşıyayken, küresel iklim krizinin her geçen gün şiddetini arttırdığı bir süreçten geçerken, daha da vahimi büyük İstanbul depremini beklerken; ne yazık ki iktidar, “Kalan İstanbul”u dert edinmek yerine; “Kanal İstanbul“a odaklanmış durumdadır. Fakat giderayak yaptıkları bu projenin maliyeti ve getireceği sıkıntılar ise geleceğimizi ipotek altına alacağa benziyor. Şimdi geldiğimiz noktada bu hatalı ekonomi politikaları, borca, betona ve israfa dayalı yatırım anlayışı, Kanal İstanbul ihtirası ve inadı yüzünden, ülkemizin ve insanımızın bir yüzyılı daha çalınmak isteniyor. Varlık fonuna yeni ilaveler yapılıyor, MKEK’ya A.Ş. statüsü verildi. Yap – İşlet- Devret kurumları yabancılara satılıyor. Yani geleceğimiz ipotek altına giriyor. Ama psikolojik eşik aşılmıştır, metal ve mental yorgunluk iyice kendini hissettirmeye başlamış vaziyettedir. Biz buradan bir kez daha uyarıyoruz; giderayak ülkemize bu kötülüğü yapmaktan vazgeçin.
- Sayın Erdoğan geçmiş günlerde yaptığı bir başka açıklamasında ise; “Türkiye ile AK Parti’nin kaderi adeta bütünleşmiştir. Türkiye’yi seven AK Parti’yi seviyor, Türkiye’den nefret eden bizden de nefret ediyor” ifadelerini kullandı. Öncelikle bir kimsenin herhangi bir partiyi sevmemesi, ülkesini sevmesine engel değildir. Bu bir mantık kargaşasıdır. Kendi taraftarlarınızı size muhalif olanlara karşı kin ve nefretle dolduruyorsunuz. Bu size de ülkeye de fayda sağlamaz. Yapmayın etmeyin. Ve Türkiye’nin kaderi hiçbir zaman bir partinin ya da bir kişinin kaderi ile bütünleşmemiştir, bütünleşmeyecektir. Bir ülkenin kaderinin; bir kişinin veya bir partinin kaderiyle bütünleşmesi o ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketlerdendir.
‘İnsanımız iktidardan ümidini kesti’
- Bugün yolsuzluk, rüşvet ve rant; AK Parti’nin kaderi olabilir ama Türkiye’nin kaderi değildir. Bugün itibar uğruna israf etmek, adam kayırmak ve bir kişiye sorgusuz sualsiz itaat; AK Parti’nin kaderi olabilir ama Türkiye’nin kaderi değildir. Bugün huzursuz bir toplum, mutlu bir azınlık oluşturmak AK Parti’nin kaderi olabilir ama Türkiye’nin kaderi değildir. Bugün nefret tohumları ekerek, farklı düşünceleri hainlikle itham ederek siyasi ömrüne devam etmek Ak Parti’nin kaderi olabilir ama Türkiye’nin kaderi değildir. İnsanımız iktidardan ümidini kesti. Arayış içinde.