Saadet Partisi’nden istifa ettikten sonra bir süre siyasete bağımsız olarak devam eden Cihangir İslam, CHP’ye geçmesinin ardından dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
Independent Türkçe’den Can Bursalı’ya konuşan Prof. Dr. Cihangir İslam, “Muhafazakarlar en sert iktidarı AK Parti döneminde tecrübe ediyor; HDP Millet İttifakı içinde yer almalı” açıklamasında bulundu.
Ama üniversitelerdeki görevi, Barış Akademisyenleri’nin yayınladığı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine destek verdiği için sona eren Cihangir İslam, ihraç sürecinde neler yaşadıklarını anlattı.
İşte o röportaj:
-Türkiye sizi sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalarınızla tanıdı. 2018’de ise milletvekili oldunuz. STK’lardaki çalışmalarınızla mı daha etkiliydiniz yoksa TBMM çatısında mı daha etkili olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Uzun yıllardır STK çalışmaları içerisinde yer alıyorum. Milletvekili seçilmeden önce de ciddi bir tıp eğitimi aldım. Yani ortopedide omurga cerrahisi gibi ağır bir eğitimden geçtim. Mesleğimi de hakkıyla yaptım. Ama bir yandan her zaman siyaset, felsefe ve sosyal konular gündemimde oldu. O dönemde ister istemez siyasete, daha doğrusu sivil toplum çalışmasına girişimiz, dönemin sıkıntıları ile alakalıydı. Üç tane büyük problem vardı 80’li yılların sonunda ve 90’lı yılların başında. Türkiye’de sistematik işkence vardı. Kürt kimliği kendini ifade edemiyordu. Başörtüsü problemi vardı. Ve ben buna okul içinde, hastane içinde hep tanıklık ettim. O dönem asistanlık ve genç uzmanlık dönemime rastlar. Yakından yaşıyordum. O dönemde İnsan Hakları Derneği işbaşındaydı. Fakat o dönemin İHD’si mütedeyyin kesime biraz mesafeliydi. Veya dindar kesime diyelim, ya da muhafazakâr kesime. Mazlum-Der ortaya çıktı, nasıl ortaya çıktı? İşte bu dindar kesimlerin farklı yapılarını, vakıflarını, cemaatlerini örgütleyerek ve onlardan da temsilciler alarak bir insan hakları derneği kurdu. Ben de onun 54 kurucusundan biriyim. Mazlum-Der üyeliği nedeniyle 3 kez işimden atıldım, Ankara Üniversitesi’ndeydim o zaman. Yeni uzmandım. İşlediğim suç rektörün izni olmadan bir derneğe üye olmaktı. Dönemin mevzuatında maalesef yer alıyordu.
“OHAL KOMİSYONU’NDAN HALA CEVAP YOK”
-Barış Akademisyenleri bildirisine destek için yayınlanan ikinci bildiriden sonra KHK ile üniversitedeki görevinizden ihraç edildiniz. Daha önce de üniversiteden atılmıştınız. Önceki ihraçlarınız ile son ihracınızı karşılaştırdığınızda arada bir fark görüyor musunuz?
Kars’ta görevdeyken Barış Akademisyenleri’ne yönelik gözaltılar başlayınca destek için hazırlanan 611 imzalı 2. bildiriyi imzaladım. Aslında okuduğunuzda demokrasiyi, insan haklarını, akademik özgürlüğü hatırlatan son derece liberal, bir paragraflık bir bildiriydi. O bildiriye imza atan 611 kişi içerisinden ben şu ana kadar 3 kişiye rastladım ihraç edilen. Bir tanesi de bendim. Görevime son verildi. Tabi alışkındım yani. 4. Olunca pek bir sarsıntı geçirmiyorsunuz.
Kişisel olarak o ilk atılmam çok ağırdı. Yani daha genç yaşta gerçekten insanı yıpratan deprese eden bir şey. Bir de teksiniz. KHK’lılarda ise binlerce kişiyiz. Bir yerde toplanalım deyince en azından birkaç yüz kişi bir araya gelip bir toplantı yapabiliyorsunuz. Fakat ilk atıldığım dönemde hukuk az çok işlerlikteydi. Yani mahkemeye gidiyordun ve mahkeme seni görevime iade ediyordu. Yani bu adamı siz haksız yere atmışsınız, göreve alın diyordu ve bu gerçekten önemli bir şeydi. Ankara Üniversitesinde elinizde mahkeme kararı ile dönüp tekrar, nerede kalmıştık deyip tekrar göreve başlayabildim. Şimdi biz mahkemeye gidemiyoruz. Biliyorsunuz en başta o hak alındı zaten elimizden. OHAL işlemleri inceleme komisyonuna gideceksin diyor. Bakın OHAL işlemleri inceleme komisyonuna müracaatım 13 Eylül 2017’de, daha cevap yok bana. Bu kadar uzatılacak ne var? Onu da anlamak mümkün değil.
“BİLDİRİ ÇIKIYOR KARŞIMA”
-İhraç gerekçeniz neydi?
Sendika kaydım yok. Dernek kaydım yok. Ben bireysel çalışmayı daha ön planda tutan bir insandım herhalde. Faaliyetlerim tek başıma oluyordu ya da sivil toplum olarak bir araya gelen insanlarla oluyordu. Gerekçe bildirilmiyor bize. Bildirilmedi zaten. Ya dönüp bakıp ben ne yaptım da bunlar beni atmış olabilir? Yani hukuki değil de siyasi bir neden arıyorum. Tek bu bildiri çıkıyor karşıma. Ha tabi konuşmalarımız var, özgürlükten yana, hangi mekanda olursa olalım biz böyle yetiştik. Özgürlükten yana ifade özgürlüğünden yana, haksızlıklara karşı bu konuşmalar tabi üniversite içinde oldu. E bir sürü dolap dönüyordu, yani daha doğrusu beni kıdemli bir öğretim üyesi olarak dikkate alan birçok genç öğretim üyesi gelip, Kars’ta üniversite içindeki problemlerden bana bahsediyordu. E bana da elbette bunları gündeme getirmek düşüyordu. Neticede kıdemli olmanın sadece avantajları değil birtakım sorumlulukları da vardır. Ben böyle bakarım hayata. Tabii rektörlüğün olumsuz görüşü de etkili olmuş olabilir burada.
-Rektörün görüşüyle mi atıldınız?
E tabii. Onlar onaylamasa böyle bir şey ortaya çıkmazdı. Her neyse ben ona yanıp yıkılmıyorum, bu tip davranışlarla ne ilk karşılaşmam ne de bununla bitecek; bu tip davranışlar devam ediyor ve edecek, maalesef edecek. Ama herhangi bir kaygım yoktu. Neticede 686 numaralı KHK ile birlikte 7 Şubat 2017’de işimizden atıldık. Sonrasında kendimizi sivil toplum ve siyasi çalışmaların içinde bulduk. Tabii o arada referandum gündeme geldi. 16 Nisan 2017 referandumunda etkin çalışmalara başladık. Kendi imkanlarımızla ciddi çalıştık. Hatta sayın Cumhurbaşkanı da dalga geçiyordu. ‘Bunlar düğün salonlarında toplanıyor, bakın biz böyle lüks otellerde, büyük meydanlara toplanıyoruz’ gibi. Ama iyi bir sonuç alındığı kanaatindeyim. Yani referanduma evet diyen siyasi partilerin ham toplamı yüzde 62-63’ü buluyordu. Tahminleri yüzde 67’lere 70’lere ulaşıyordu. Hatırlayın o günleri. Yüzde 51 ile kıl payı geçirebildiler. Bu çok sağlıklı bir tepki yani. Toplumun gerçekten verdiği sağlıklı bir tepkidir.
“15 TEMMUZ’DA SOKAĞA ÇIKANLAR AK PARTİLİLERDEN İBARET DEĞİL”
-2017’deki referandum sürecinde birbirine benzemeyen siyasi gelenekler bir arada ‘Hayır’ çalışması yaptı. Sizin de içinde olduğunuz birlikteliği ne sağladı?
Mesela 15 Temmuz’da ilk sokağa çıkan kesim oldukça heterojen bir kesimdir. Sadece AK Partililerden oluşmaz. 2015’te 7 Haziran seçimlerinde de HDP’nin TBMM’de temsil ediliyor olmasını isteyenler sadece HDP’lilerden oluşmuyordu. Bunlar bir toplumun ortak bir akıl ile geliştirdiği refleksler ve son derece sağlıklı. Yani ülkeyi düze çıkaracak olan yapılanma da bu filizlenmeden doğacaktır. HDP olması önemli değil. Bu Saadet Partisi de olabilirdi, başka parti de olabilirdi. Ama bu insanlar temsil edilmeli, yani onlara bir kürsü açmak ve söz hakkı vermek, kendilerini ifade etmesinin ortamını sağlamak çok önemli bir şey bence. Bütün iş buradan başlıyor zaten.
15 Temmuz’da da insanlar şunu dedi; tamam kardeşim ben AK Parti’ye muhalifim ama, ben darbeyle gitmelerini istemiyorum. Türkiye darbeler tarihini bilenlerin hareket tarzı böyledir. Yani biz geçmişte rahmetli Menderes’i seçimle muhalefete oturtabilseydik, bugün demokrasimiz çok farklı bir yerde olurdu. Bu şuurlu hareketle bu şuurlu seçmen kitlesi daha sonra büyüdü. İşte 12-13 puanlık bir yer değiştirmeyi referandumda görüyoruz. Daha sonra Adalet Yürüyüşü’nde kendisini ortaya koydu. Yani Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Halk Partisi’ne getirdiği bu yeni hava, yeni siyaset, kucaklayıcı siyaset, bence kendini oralarda iyice göstermeye başladı. 2 milyon kişi, Maltepe’de toplandı. Herhangi bir siyasi parti 2 milyon kişiyi toplayabilir. Ama ben ondan bahsetmiyorum. Orada heterojen yapının, 2 milyon kişinin gönüllü olarak o meydana gelmesi, başka bir değeri bizim karşımıza çıkartıyor. Yine bu az önce bahsettiğim silsilenin bir devamıdır. Çünkü orada bir parti sloganı kullanılmadı, hak, hukuk, adalet sloganı kullanıldı. Başka da bir slogan kullanılmadı. Ve daha sonra, işte tam da biz o dönemde sivil toplum çalışması içerisindeydik. Ve tabi ki bizim kaygımız, bütün muhalefeti bir arada tutmak kaygısıydı. Hak Adalet Platformu olarak faaliyet gösterdik o dönemde.
“ISRARLA SÖYLÜYORUM, HDP MİLLET İTTİFAKI’NDA YER ALMALI”
-Siyaset, 3 yıldır ittifaklar üzerinden devam ediyor. Sizce CHP’nin içinde bulunduğu Millet İttifakı’nda HDP de yer almalı mı?
Israrla HDP’nin de Millet İttifakı’nın içinde olmasını başından beri savundum, hala daha savunuyorum. Tabi birtakım problemler tek taraflı değil, siyasetin içinden baktığınız zaman daha farklı. Sivil toplum bize şunu öğretti; farklı kimliklerle, benzer siyasetler güdülebilir. Yani bugün siyasete baktığınızda bazı siyasetçiler -bugün bizi yönetenler de öyle düşünüyor- zannediyor ki ben tek bir kimlik yaratırsam, tek bir kimlik oluşturursam, ülke düze çıkar. Hayır böyle değil. Önemli olan şudur: Farklılıklarımıza rağmen sizinle biz aynı mekânı bir hukuk sistemi, bir adil sistem içerisinde paylaşabiliyor muyuz? Birbirimizin arkasını kollayabiliyor muyuz? Birlikte iş yapabilme becerimiz var mı? Yöneticimizi bu ülkeyi yöneteceğimizi, mevzuatımızı birlikte tayin edebiliyor muyuz?
İstanbul seçimlerinde tesettürlü çarşaflı Saadet Partisi elemanları ile son derece modern giyim içerisindeki CHP üyelerinin birlikte seçim yaptığına birlikte, el ele çalışma yaptığına verilen molada lokmasını ekmeğini, suyunu paylaştığı bir ortama şahit olduk. Türkiye’nin şartları bu durumu bu noktaya getirdi, iyi ki de bu noktaya getirdi. Bu çok büyük bir kazanım.
“BAZEN ŞERDEN HAYIR ÇIKAR”
-Söylediklerinizden, muhalefetteki birleşmeyi AK Parti’nin sağladığı sonucu çıkar mı?
Evet bazen şerden de hayır çıkar. Yani maruz kaldığımız ortak bir kötülük karşısında, hem iyinin ne olduğunu düşünmeye başlarız, hem de bu iyiyi nasıl pratize edeceğimizin yollarını ararız.
Ben bu halkın bunu becereceğini zaten umuyordum, biliyordum, hissediyordum. Ama şimdi artık gün geçtikçe yayılıyor. Şu anda ne oluyor, şu anda başkasını kendisi gibi düşünmeye ve olmaya zorlayanlar aslında son derece gayrı medeni ve hatta yabani duruyorlar ve toplumun önemli bir kesimi tarafından da bir anlamda yadırganıyorlar. Özellikle CHP’nin İyi Parti’nin Saadet Partisi’nin, Demokrat Parti’nin, ısrarla HDP’nin de bu işin içinde olmasını başından beri savundum, hala daha savunuyorum. Gelecek Partisi ve Deva Partisi de bu ittifakın içinde yer almalı. Büyümeye elverişli taraf, bu çoğulcu taraftır. Ve her geçen gün de büyüyor. Zaten şu anda bütün anketler gösteriyor ki, muhalefet büyüyor. Türkiye’de bugün AK Parti MHP, BBP, Vatan Partisi gibi düşünmeyenler çoğunlukta.
“MUHAFAZAKARLAR AK PARTİ DÖNEMİNDE EN SERT İKTİDARINI TECRÜBE EDİYOR”
-Muhafazakar kitlelere yönelik gözleminiz nedir? Yaşanan süreçte muhafazakarlar AK Parti’den kopuyor mu yoksa daha çok mu bağlanıyor?
Türkiye’de muhafazakâr kitleler demokrasinin hep arkasında olmuştur bugüne kadar ama belki en sert iktidarını AK Parti döneminde tecrübe ediyor muhafazakâr kitleler ki, bu muhafazakâr kitlelerin taşıyabileceği dozda bir siyaset değil. Muhafazakâr kesim özgürlüklerden ve demokrasilerden bırakın rahatsız olmayı, bunlara sahip çıkmış bunların bedelini de ödemiş bir kitledir.
-Sizce AK Parti ‘Neo Kemalist’ mi?
Bu tip isimlendirmelere girmeyeyim ama işi belirleyen prensiplere bakalım. Otoriterlik ve farklı kimliklere tahammül edememe, insan hakları ve özgürlüklerden yana tavır almama demokrasiyi içselleştirememe söz konusu. Demokrasi sadece seçim değil, demokrasiyi bugün saydığımız zaman, evet seçimler olmazsa olmazdır. Ama hukuk devleti, insan haklarına saygılı bir yönetim, şeffaflık ve hesap sorulabilirlik. Bunlarsız bir demokrasi düşünülemez. Ben diyorum ki muhafazakar kitlelerin bu saydıklarımla hiçbir çelişkisi olmamıştır. Hayat tarzında da böyle bir şey yoktur. Ama sadece ve sadece tarihsel birtakım bağlar, gönülsel yaklaşımları, yakınlıklar dolayısı ile şu anda bu iktidarın arkasında duruyor. Ha belki de biz muhalefet olarak henüz yeterli güveni tesis edemedik. Bunun da üzerine ciddi düşünmek lazım. Otoriterliği sevmiyor bizim halkımız. Yani devletin başındakilerin ciddi olmasını istiyor, ama otoriter olmasını istemiyor. Yani işlere baksınlar, işlerini ciddi şekilde yapsınlar, harama el uzatmasınlar, işlerini açık seçik yapsınlar, bunu istiyor. Bunu istemek de her vatandaşın hakkı. Bunu söylemek istiyorum. İsimlere çok fazla takılmaktan yana değilim yani. O etiketlere takılmaktan yana değilim.
“SAADET PARTİSİ’YLE ÖNCELİKLERİMİZ ÖRTÜŞMEDİ”
-Saadet Partisi’nden ayrılıp 1 yıl bağımsız kaldınız ve sonunda CHP’ye katıldınız. Bu süreç nasıl gelişti?
Rahmetli Erbakan döneminde Saadet Partisi’nin kurucusu oldum ve Genel İdare Kurulu üyeliğine kadar seçildim. Sonrasında da gönülsel bir kopmadan bahsetmiyorum. Ama çalışma alanı bulamadım. Yani bir kırgınlık falan yaşamadık. İttifaktan bahsetmiyorum, ama Saadet Partisi’nin, parti olarak ortaya koymaya çalıştığı şeylerle benim öncelik olarak gördüğüm şeyler tam olarak örtüşme içinde olmadı.
“SAADET PARTİSİ ANLAYAMADIĞIM ŞEKİLDE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NE KARŞIYDI”
-Örnekleyebiliyor musunuz?
Mesela bir İstanbul Sözleşmesi meselesi idi. Saadet Partisi İstanbul Sözleşmesi’ne anlayamadığım bir şekilde karşı idi. Halbuki kadına şiddeti önlemeye çalışan bir sözleşme o. Başka yönlerden mahzurlu buluyordu. Olabilir. Yani saygı duyarım. Yani kendi geliştirdikleri bu siyaset içerisinde ben onlara faydalı olamıyordum. Bunu böyle söyleyebilirim. Hani nasıl söyleyeyim belki bir ekol farklılığı diyebilirsiniz buna. Yani onların ihtiyaçlarına cevap verebilecek şeyler yok benim kafamda.
Benim anlayabildiğim kadarı ile Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Karamollaoğlu bir anlamda beni siyasette görmek istediler. Belki de ortak kararları idi. İnanın detayına çok da girmedim. Evet, Sayın Kılıçdaroğlu ile Adalet Yürüyüşü yaptık. Bir yandan da Sayın Karamollaoğlu ve ekibi ile daha eskiden yaptığımız yürüyüşler var. Ben de bütün bu iyi insanların hepsinin bir arada, olmasını istedim. Bir anlamda biz Millet İttifakı’nın ön çalışması gibiydik orada. Mesela bir panel yaptık, 4 partinin genel başkan yardımcılarını falan topladık ilk defa panelde. Bu önemli bir şeydi. Taksim Hill Otel’deydi toplantı. Biz işin bu yönünde idik. Biz bir anlamda bu insanların bir araya gelmesini istiyorduk.
“15 TEMMUZ’DA DEVLETİ KÖPRÜDEN TOPLADIK”
-15 Temmuz’da sokağa çıktığınızdan bahsettiniz. Darbecilerin cezalandırılması gerektiğinden bahsettiniz. Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’a yönelik ‘tiyatro’ şeklinde söylemleri var. 15 Temmuz’a tiyatro denilmesini yadırgamadınız mı?
Sayın Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz hakkındaki en kuvvetli yorumu şudur; demişti ki, bizim hayatımızda 2 tane 15 Temmuz var. Birisi Saray’ın 15 Temmuz’u birisi sokağın 15 Temmuz’u. Bunu hatırlayın. Ben onun bu şekilde değerlendirdiğini biliyorum. Sokakta ne olup bittiğini biz gördük, her şey açıktı zaten ortada. Tankın mazotları üstüme yapıştı. Ama yukarıda ne olup bittiğini bilmiyoruz, hala bilmiyor kimse. Ortada rapor yok, rapor yayınlanmadı. Ben onu bu minvalde anlayın derim. İşi son derece ciddiye alırız ama burada gerekli bir şeffaflık yoktur. Yani iktidar şunun hesabını verememiştir. Yani devleti kendi çiftliğinizi yönetir gibi yönetmenin bedelini ödemiştir bu ülke. Ben TBMM kürsüsünde onu söyledim. İki taraf da yanlıştır. İktidar da yanlıştır, söz konusu cemaat de yanlıştır. Bu iki yanlışın çatışması, kavgası yüzünden, ülke uçurumun eşiğine geldi. Ülke köprüden düşüyordu. Köprülerden topladık devleti o gece. Sayın Kılıçdaroğlu’nun kastettiği de budur.
-Sizin CHP’ye katılımınızdan sonra tepkiler oldu, istifa edenler oldu. İstifalara yönelik ne diyeceksiniz?
3 kişi istifa etti.
“BAŞÖRTÜLÜ VEKİLLERİN TBMM’YE GİRMESİNE DESTEK VERDİKTEN SONRA CHP’YE KULAK KESİLDİM”
-Etkili görevlerde değillerdi belki ama sosyal medyada yine bir tepki vardı. Siz 90’lı yılların, 2000’li yılların ilk 10 yılının CHP’sine katılır mıydınız?
İstifa edenlerden ikisi zaten herhalde yeni bir oluşumun il başkanı olacak. Hayırlı olsun kendilerine. Benim CHP örgütleri ile tanışıklığım 1 ay önce başlamadı. Benim CHP örgütleri ile tanışıklığım, Adalet Yürüyüşü’de başladı. Sayın Kılıçdaroğlu ile 25 gün gece gündüz bir aradaydık. En azından akşamları zaman zaman bir araya geldik, ülke meselelerini konuştuk. Onun aklından geçenleri dinlemek bana büyük güven verdi. Sayın Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin siyasetini genişletme hamlesi, 30 Ekim 2013’e dayanır. Nedir 30 Ekim 2013? 4 tane başörtülü milletvekilinin TBMM’ye girmesi ve CHP ‘nin bunu desteklemesi.
O günden sonra ben gerçekten CHP’ye kulak kesilen bir insan oldum. Çünkü bu farklı bir şeydi. Bu iyiye doğru bir evrimleşmeydi. Daha sonra Adalet Yürüyüşü’nde bunları detaylı konuşma fırsatı bulduk. Baktım ki Sayın Kılıçdaroğlu ile demokrasi, insan hakları gibi konularda kaygılarımız çok farklı değil. Bu ülkede herkes kendi kimliği ile yaşasın. Daha açık söyleyeyim yani Kürt kendi kimliği ile yaşayabilsin. Alevi kendi kimliği ile yaşayabilsin. Veya herhangi bir kınamaya maruz kalmasın.
-Yani bu süreçte siz CHP’ye değil, CHP mi size yaklaştı?
Estağfurullah. CHP bana yaklaştı meselesi değil bu. Ben Sayın Kılıçdaroğlu yönetiminin her geçen gün halkı daha iyi kucaklayabildiğini, şemsiyesini büyütebildiğini gözlemliyorum ki bu iktidara soyunan bir siyasi partinin yapması gerekendir.
“HAYATA MÜSLÜMAN OLARAK BAKAN BİR İNSANIM”
-Mehmet Bekaroğlu’nun, Aytun Çıray’ın CHP’ye katılmasından sonra ‘CHP sağcılaşıyor’ tartışması var. Sizin CHP’ye katılmanızla birlikte bu tartışma tekrar yaşandı…
Ben hayatı sağ sol üzerinden okuyan bir insan değilim. Ben hayatı idealizm, materyalizm üzerinden okuyan bir insan değilim. Sağcı dediğiniz biri çıkıp özgürlük, insan hakları mücadelesi yapmaz. Bunlar daha evrensel değerlerdir. Sağcılık dediğimizde daha lokal bir bakış anlarız. Bir anlamda mevcudun korunması siyasetini anlarız. Ben hayata bir Müslüman olarak bakan insanım. Benim kastettiğim Müslümanlık sadece dinden ibaret değil. Hayata felsefi olarak nasıl baktığımı da bir anlamda gösteren bir şey.
Bize İslami kesimde solcu derler. Buradan bakınca bunu diyenler sağda oluyor. Bu niteleme hoşuma gidiyor benim. Çünkü en azından yapmak istediğiniz şeyi az çok yaptırabiliyormuşuz özgüvenini veriyor. İslami cenahın da solcu demesine bakarak, ben de onlara diyorum ki, siz sağcılaştınız. Yani bu bakış açısını kaybedip sağcılaştınız o yüzden beni solda görüyorsunuz. Yoksa objektif bir şekilde, gerçekten akıl ve kalp ile bunları masaya yatırdığınız zaman, iki tarafın da haklılıklarını ve haksızlıklarını rahatça görüyorsunuz. İşte ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu sağcılık solculuk çekişmesinden biraz kurtulup siyasette yeni bir sentez ortaya koymaya çalıştığını hissediyorum.
“YOLDA GİDERKEN BÜTÜN PARÇALARI DEĞİŞTİ AMA HEDEFİNE ULAŞTI; BU GEMİ AYNI GEMİ Mİ?”
-CHP’yi siyasi yelpazenin neresinde görüyorsunuz sorumun ikinci kısmıydı…
Evet, şu anda tabii ki bir atağa kalkmış bir CHP’den bahsediyoruz. Felsefeye biraz girerek anlatmak istiyorum… Şimdi İstanbul’dan sizinle bir gemiye bindik ve New York’a gidiyoruz. Hedefimiz belli, rotamız belli, nereye gideceğimiz belli ve geminin içinde kimlerin olacağı belli. Ve yol boyunca da bu geminin bütün parçalarını değiştirdik. Yani İstanbul’dan çıkan gemi ve New York’a varan gemiyi düşündüğünüzde, New York’a varan gemi bütün parçaları değişti. Bu gemi aynı gemi midir? Şekle takılıyorsanız aynı gemi değilsiniz. Ama hedefe, istikamete bakıyorsanız bu gemi aynı gemidir. Bir yandan gemiyi yüzdürerek salimen hedefe ilerlerken diğer yandan ihtiyaç duyulan parçaları yenilemek maharettir; işin güzelliği buradadır. Şimdi ben Sayın Kılıçdaroğlu’unun siyasetinin hem duyguya hem akla hitap eden bir siyaset olduğunu ve bu siyasetle CHP’nin önünü açacağını düşünüyorum.
-Peki, ülkede bir iktidar değişimi bekliyor musunuz?
Elbette bekliyoruz.
-Umut etmek değil ama sorduğum şey, sizin CHP olarak bir planınız programınız, iktidar değişimi halinde kadronuz, buna hazırlıklı bir kadronuz, var mı?
Elbette var. Bugün CHP ve bütün muhalefeti dikkate aldığınızda bunların hepsi bir şekilde devlet tecrübesinden geçmiş insanlarla dolu. Yani kadro yönünden bir sıkıntı yok. Türkiye’de yapılması gereken, çok zor bir şey değil. Türkiye’de önce normalize etmeniz lazım. İnsanlar herhangi bir siyasi parti ilçe başkanına il başkanına gitmeden kendi hakkını alabilmeliler. Devlet önünde kendi haklarını arayabilmeliler. Türkiye’yi böyle bir ortama getirmemiz lazım. Bunun için inanın masraf gerekmiyor. Bütçede milyarlarca dolar harcamanız gerekmiyor. Şu anda siz Türkiye’de buharlaşan paranın önünü kesseniz, yani buharlaşamaya mani olsanız, israfa mani olsanız ve bu elinizdeki parayı korunmasını sağlasanız, yatırıma yönlendirseniz, istihdama yönlendirseniz, Türkiye gerçekten çok kısa bir sürede ayağa kalkabilecek bir ülke. Bunu görüyoruz, defalarca da bu tip tecrübelerden geçtik.
Siyasetin alanını belki biraz daraltmalıyız, her şey siyasi olmamalı sokakta. Vatandaş da bunu böyle görmüyor, görmek istemiyor. Konulmak istenen ekmek büfesi bile gerilime neden olabiliyor. Bakın iktidarda kalma hırsı aklın önüne geçmiş bir vaziyette. Şöyle oturup herhangi bir insan gibi bu belediye başkanları bunu düşünse inanın buna karşı çıkmazlar. Ama artık akıl bir kenara konmuş ve sadece iktidarda kalmak hedefine kitlenmiş durumdalar. İşte Türkiye’de bu ortamı biraz gevşetmek lazım.
“İTTİFAKIMIZIN KAPISI AK PARTİ’YE DE MHP’YE DE AÇIK”
-HDP’nin içinde olduğu bir formülün Türkiye için daha sağlıklı olduğunu söylüyorsunuz. Parti yönetimine de ilettiniz mi bu görüşünüzü?
Öncelikle sorularımı parti adına değil, kendi adıma yanıtladığımı belirteyim. Bütün partiler içerisinde İyi Parti’de de CHP’de de HDP ile mesafeli olanları ve HDP ile daha yakın ilişkide olmak isteyen gruplar var. Bu belli. Saadet Partisi’nin içinde de böyle olduğunu söyleyebilirim. Ama ben Türkiye’de çoğulcu bir demokrasinin yerleşmesi için bütün partiler kendi kimliklerini koruyarak, ortak prensipler ölçüsünde birbirine yaklaşmalı. Yani şu anda muhalefetin iki görevi var. Birincisi devleti yeniden yerine oturtmak, ikincisi kendi programını uygulamak. İşte bu devleti ve ilişkilerimizi yeniden sağlıklı bir şekilde yerine oturtacaktır. İttifakımızın kapısı herkese açıktır. Yani MHP’ye de AK Parti’ye de açıktır, onlar da katılabilir. Ama onlar tek başına ve şeffaf olmayan, otoriter bir biçimde yönetmek istiyorlar.