Göçebe ruhlu çağdaş sanatçı,’Pınar Civan’
Sosyal Medya Hesabında Kendisini böyle Tanımlamış. Kendisi söyleşi talebimizi kabul ettikten hemen sonra kolları sıvadık ve sizler için bir söyleşiye daha imza atmış olduk.
Klasik bir soruyla başlayalım; Pınar Civan Kimdir?
Klasik bir soru ama cevabı zor öyle değil mi? Ömürlerimiz tam olarak kim olduğumuzu bulma ve anlatabilme peşinde geçiyor. Klasik cevap vereyim madem.
İstanbul’da doğup büyüdüm. Hayatımın dinamikleri hep düzen kurup bir süre sonra o düzeni bozmak ve yeniden yaratmak, yeniden başlamak üzerine kurulu.
İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okuduktan sonra 20’li yaşlarımda bütün düzeni bozup göçebe bir hayata adım attım, Afrika’da fotoğrafçılık ve yazarlıkla başlayan sesimi iletme çabam soyut resimle tam olarak kendini buldu. İsviçre’de eğitim aldım ve şu anda biri Paris’te ve diğeri Bern’de olan 2 atölyem arasında çalışmalarıma devam ediyorum.
Dis-Moi İsimli bir kitabınız bulunmakta, bu kitap İngilizce ve Türkçe versiyonda yayımlanmış, ayrıca kitapla ilgili bir de röportajınıza rastladık.
Bu kitabı kısa bir cümle ile özetleyecek olsanız ne söylerdiniz?
Dis-moi benim aslında kendi merak ettiğim soruların cevaplarını arama yolculuğumda, yaşadığım, ziyaret ettiğim her ülkede, benimle konuşmayı kabul eden bir sürü farklı kadına sorduğum soruların cevaplarını özetlediğim bir kadınlık, aşk, hayat, büyüme manifestosu. Eğlenceli ve romantik bir art book.
Instagram hesabınızda: “Paris-İstanbul-Bern arasında yaşayan, göçebe ruhlu çağdaş sanatçı” yazmakta…
Göçebe ruh…! Size ve sanatınıza katkısı?
Göçebelik benim hem kim olduğumun hem de sanatımın en merkez noktası. Hep daha çok merak etmek, öğrenmek, gözlemlemek, yaşamak (her zaman en konforlu koşullarda olmasa bile) yeni renkler, insanlar, diller, müzikler, şiirler, danslar keşfetmek hem metinlerimi hem de tablolarımı besleyen kaynak. Ayrıca bu özgürlük ve meraklı bir çocuk gibi öğrenmeye açık olmak bir sanatçı için çok büyük bir şans.
Hangisi sanatsal anlamda ön planda; Yazar olmak mı, Ressam olmak mı?
Ressam olmak. En filtresiz, en sansürsüz, en açıkça kendimi ifade ettiğim platform tuvallerim ve renklerim. Yazmak da elbette beni hep mutlu etti ama yazmayı kendi sanatımda tamamlayıcı bir öğe olarak kabul ediyorum. Tablolarıma da mutlaka kısa metinler, rasgele gibi görünen kelimeler eşlik ediyor. Hikayeler dinlemeyi ve hikayeler aktarmayı seviyorum. Bunu en rahatlıkla boyayarak yapıyorum çoklu disiplinlerimi mümkün olduğunca bir arada kullanmayı da seviyorum.
Kendinizi gezgin olarak tanımlar mısınız?
Gezip görmek istediğiniz bir ülke diye sorulduğunda aklınıza ilk gelen isim ve neden?
Evet benim kapının arkasında hep kapıp çıkmaya hazır bir bavulum var. Sevdiğim yerlere geri dönmeyi de seviyorum ama asla yeterince zamanımın olmayacağını da biliyorum. Şu anda listemin başında Güney Kore var. Usul usul bir rehber kitaptan da çalışıyorum. Sanırım ilk aklıma gelen yer orası olacak. Uzakdoğu Asya kültürü beni hep etkiledi. Kore’nin renklerini ve zıtlıklarını keşfedip tablolarıma yansıtmayı merakla bekliyorum.
En son okuduğunuz kitap?
Tavsiye edebileceğiniz bir film?
Çok sevdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi ile Rachel Corbett’nin Hayatını Değiştirmelisin Rainer Maria Rilke ve Auguste Rodin’in Hikâyesi kitabını okudum. Bitmesin diye yavaş yavaş okuduğum kitaplardan.
Herkese bıkmadan tavsiye edeceğim filmlerden hemen ilk aklıma gelen de Radu Mihăileanu’dan Va, vis et deviens (Live and Become) aynı yönetmenin diğer filmlerini de öneririm aslında Le Train de Vie de bana çok dokunan bir filmidir.
Mutlaka görmelisiniz diyeceğiniz bir ülke?
Afrika’da bir ülke, hiç tereddütsüz. Afrika müthiş bilge bir kıta. Çok genç yaşlarımda benim bütün hayat görüşümü şekillendiren topraklar. Zaten bir kere ziyaret ettiğinizde mutlaka dönmek isteyeceksiniz.
Paris-İstanbul ve Bern, bu üç ülke sizin için ne ifade ediyor?
Paris hep aradığım ve sonunda vardım dediğim liman, evim. İstanbul köklerim, annem, küsüp kızıp ayrılamadığım tek şehir. Bern ise güvenli ve sakin bir sığınak.
Kış insanı mısınız yoksa yaz mı? Ya da her mevsim!
Her mevsim, her güneş doğuşu ve her güneş batışı. Her duyguya yer olmalı hayatımızda, soğuğa alerjim var ve fazla sıcağa dayanamıyorum ama her mevsimi doya doya yaşamayı seviyorum. Her mevsimin ışığı tablolardaki renkleri de ayrı ayrı besliyor üstelik.
Resimleriniz en çok hangi kesime hitap ediyor ve bu alanda kendinizi farklı görüyor musunuz?
Bunun cevabını gerçekten bilmiyorum. Sanırım resimlere ilk görüşte aşık olan herkese. Kim olursa olsun sakın aşık olmadan, uzun yıllar sürecek bir diyalog kuracağınızı hissetmeden herhangi bir tabloyu almayın diyorum. Çünkü tabloların yaşamlarına devam ettiklerini ve onları sevenlerle diyalog kurduklarına inanıyorum. Özellikle çocuklar karşılarına geçip yorumlarsa çok mutlu oluyorum elbette. Benim kişisel enerjim yoğun ve tablolara yansımış hali de herkese göre olmayabilir. İçgüdüsel ve filtresiz çalışıyorum çünkü.
Sizi diğer ressamlardan farklı kılan olgu nedir?
Bu konuda ilk değilim elbette ama çoğunlukla spontan ve alışılmış dışında malzemeler kullanıyorum, çöplerden topladığım şeyler, duvarlardan yırtılmış poster parçaları, kendi yaptığım pas, zift, mangal veya puro külleri, kum, beton, deniz suyu aklınıza ne gelirse, elimin altında ne varsa. Bu anlamda tekrarlanması güç ve her biri “biricik” parçalar çıkarıyorum
Eserleriniz şimdiye kadar kaç sergide yer aldı?
Doğrusunu isterseniz aklımda sayısı yok ama İsviçre, Fransa, İtalya ve İspanya’da fuarlar ve sergilerde yer aldım. İstanbul’dan biraz uzak kaldığımın farkındayım umarım bu arayı da kapatacağım.
MedyaPress