Türk Pop Müziği’nin duayen ismi Nilüfer, kadife sesinin yanı sıra naif kişiliğiyle de 50 yıldır zirvede bir sanatçı… 1972’de henüz lise öğrencisiyken çıkardığı ilk plağından bugüne geçen yıllar hayat duruşunu hiç değiştirmese de kendisi ‘insan yaş aldıkça daha toleranslı, daha olgun daha pozitif oluyor. Meme kanseri yaşadıktan sonra da kendime karşı daha nazik olmayı öğrendim” dedi. Nilüfer’le kızı Ayşe’yi, güçlü kadınları ve hayalindeki Türkiye’yi konuştuk…
■ Kime sorsak yaşanan pandemi nedeniyle huzursuz ve bıkkın… Siz nasılsınız?
İlk başladığı dönemlerde kendimi daha bir stres ve baskı altında hissediyordum. Büyük bir endişe vardı, bir çaresizlik hissediyordum. Galiba zaman içinde bu duruma da alıştım. Yani bu yaşam biçimine, evden çıkmadan, bir yere gitmeden, sosyalleşmeden yaşamaya sanıyorum alıştım. Bu durumu önceki gibi kendime dert etmiyorum. Bu süreçte sağlam ve psikolojilimizi bozmamamız da lazım. Çünkü yapacak bir şey yok. Sadece kendimize dikkat etmeliyiz, korunmalıyız ve hasta olmamaya bakmalıyız.
HEP ÇOK SEVDİĞIM ŞEYİ YAPTIM
■ “Tükeniyorum” diyen müzisyenler için neler söylersiniz?
Tabii ki bu süreçte en büyük ekonomik sıkıntıyı çekenlerin başında müzik sektöründeki çalışanlar, emekçiler geliyor. Sahnede sanatçıya eşlik eden müzisyenlerden tutun da, ses ışık sistemini kuranlar, onun dışında set işçileri, yani bu sektörden ekmek yiyen birçok insan var ve bu insanların çoğu da günlük yaşayan insanlar. Günlük kazançlarıyla yaşayıp ayakta duran insanlar. Birçoğunun herhangi bir sosyal güvencesi de yok. Dolayısıyla bu gruplar ihmal edildi diye düşünüyorum. Enstrümanını satmak zorunda olan bir müzisyeni duyduğumda intihara teşebbüs eden, bu sektörde çalışan insanları duyduğumda gerçekten üzülüyorum.
■ Müzikle geçen 50 yıl sizinki. Bu yolculukta en büyük iyi kiniz nedir?
Beni üzen şeylerde olmuştur ama çoğunlukta mutlu geçen yıllar oldu bunlar. Çünkü ben hep çok sevdiğim şeyi yaptım. Çocukluğumdan beri çok severek yaptığım şey şarkı söylemekti. Elbette ki bu sektör içinde özellikle de Türkiye’de bu işi yapmak hiç kolay değil, ayakta kalmak hiç kolay değil. Ancak şunu itiraf etmeliyim ki, ben işimi sadece iyi bir şekilde yapmaya çalıştım. Onun için de ayakta kalabilmek, durabilmek için başka bir çabam olmadı benim. Ben güzel şarkılar söylemeye çalıştım, iyi şarkı söylemeye çalıştım, iyi müzisyenlerle, iyi bestecilerle, iyi söz yazarlarıyla çalışmak oldu birinci hedefim. Yani bunları yaptığınız zaman zaten başarı arkasından geliyor. İstikrar çok önemli, istikrarlı olmaya çalıştım ben. Detaycı ve istikrarlı olan yapım, karakterim sayesinde bunca yıl ayakta kaldım. Bundan sonra da mahcup olmak istemem dinleyicime, seyircime karşı.
■ Dışarıdan pamuk gibi görünen Nilüfer’in nelere asla tahammülü yoktu?
‘Dışarıdan pamuk gibi mi görünüyorum?’ Bu çok hoşuma gitti. İnsan yaş aldıkça daha toleranslı, daha olgun daha pozitif oluyor. Yani eskiden çok daha fazla hırslarım vardı. Özellikle çalışma hayatımda her zaman detaycıyımdır ama önceden daha sert taraflarım vardı. Onlar zaman içinde daha bir yumuşadı, daha bir yuvarlaklaştı. Köşeli yanlarımı biraz törpüledim. Eskisi kadar çabuk sinirlenmiyorum, eskisi kadar sert değilim. Daha fazla empati yapabiliyorum. Hele şimdi bu pandemi döneminde maalesef insanlarımızı kaybediyoruz. Bu kadar didişmek, bu kadar savaşmak ne için diye düşünüyorum. Bence herkes öyle düşünmeli. Ben meme kanseri yaşadıktan sonra zaten hayata olan bakışım çok değişti. Yani kendime karşı daha nazik olmayı öğrendim bir kere… Daha önce kendime daha acımasız davranıyordum, daha sert davranıyordum. Ama bu hastalık bana kendime daha iyi, daha sevecen davranmamı öğretti.
ÜLKEMDEN BAŞKA YERDE YAŞAYAMAM
■ Elinizde sihirli bir değnek olsa hayalinizdeki Türkiye nasıl olurdu?
Bazen düşünürüm seyahat amacıyla yurtdışına gidip geldiğim dönemler, ya oradaki o huzuru, o temizliği, o medeni koşulları, insanların birbirine olan anlayışını ve daha nazik davranmalarını ve daha birçok şeyi gördüğüm zaman ya benim kendi ülkemde de neden böyle olmasın diye çok düşünürüm. Vardığım sonuç şu olur; ben Türkiye’den başka hiçbir yerde yaşayamam, bu bir gerçek. Koşullar ne olursa olsun, burada doğdum ve burada kendi vatanımda öleceğim. Başka hiçbir yerde yaşamam mümkün değil. Gittiğim zaman bir hafta, on gün en fazla ondan sonra gerçekten kendi vatanıma dönmek için can atıyorum, bu bir gerçek. Huzur istiyorum. Bir kere yıllardır kurtulamadığımız bu terör belasından bir şekilde kurtulmak istiyorum, huzur istiyorum, barış istiyorum, daha eğitimli bir toplum istiyorum, daha özgür, daha demokratik bir Türkiye… Yasakların olmadığı, daha medeni bir Türkiye istiyorum.
KIZIMA GÜÇLÜ BİR KADIN OLMAYI ÖĞRETMEYE ÇALIŞTIM
■ Kızınız Ayşe Nazlı 20 yaşında. Ona çok düşkünsünüz. Nasıl bir anne kız ilişkiniz var?
Evet, kızım gerçekten 20 yaşına geldi. Ne kadar çabuk geçti bu yıllar bazen bende şaşırıyorum. Temmuz’da 21 olacak. Daha minicik bir bebekti, dün gibi. Biz onunla arkadaş gibi olabilen, yeri geldiği zaman da anne kızız. Üç senedir İngiltere’de psikoloji eğitimi görüyor. Tabi ki burada olmadığı zamanlarda çok özlüyorum. Ama günde birkaç kez görüntülü konuşuyoruz. Ben kendi bildiğim doğrular doğrultusunda ona hep iyi kalpli bir insan olmayı öğretmeye çalıştım. Çünkü iyi insan olmak bence her şey den çok önemli. Bu arada da kendi haklarını elinde tutabilmek, güçlü olabilmek, ayakta durabilmek, iyi kalpli ve güçlü bir kadın olmak… Çok iyi bir kız o, kızımla gurur duyuyorum.
BU KAFANIN DEĞİŞMESİ EĞİTİMLİ OLMAKTAN GEÇER
■ Güçlü kadınların yetişmesi için ne yapacağız?
Aslında Türkiye’de kadınlarımız çok güçlü kadınlar. Fakat çok bastırılmış, çok küçük yaşta evlenmeye zorlanılan, 14-15 yaşında evlenen genç kızlarımızı görüyorum. Eğitim çok önemli eğitim alan insan daha mantıklı olur. Ama hala maalesef eğitim alamayan ve küçücük yaşta çocuk sahibi olan kızlarımız, kadınlarımız var. Bu gerçekten beni çok üzüyor. Yani kadınları hala bu kuşakta bu şekilde görmek, hala bir cinsel obje olarak görmek artık buraları çoktan geçmiş olmamız lazımdı, bu kafayı değiştirmek lazım, bu kafanın değişmesi de hem erkeklerimizin hem kadınlarımızın eğitimli olmasından geçecek.