Nilipek, Can Güngör, Ars Longa, Yora gibi isimlerle çalıştı. İkincikat, DasDas gibi tiyatro toplulukları için besteler yaptı. Seyrek Rifat’ı ortaya çıkardı. Şimdi tüm bunların üzerine piyano tamirini de ekleyerek müzikal hayatına devam ediyor.
Ozan Tekin, 5 yaşında piyano ile beraber müzikle tanıştı. Adana’dan İstanbul’a, ardından da Almanya’ya uzanan macerasında birbirinden başarılı ve farklı işlere imza attı.
Son olarak Köln’de tesadüfen rastladığı 65 yaşındaki eski bir piyano ile albüm hazırlayan Tekin, pandemide pek çoğumuzun aradığı huzuru notalara döktü desek pek de yanlış olmaz. Anarya ismini verdiği çalışmasını bölümler halinde sunmaya hazırlanan Ozan Tekin, ilk bölümünü 7 Mayıs’ta dinleyicileri ile paylaştı.
Kendisiyle hem bu farklı albüm hazırlığını hem de müzikal yolculuğunu konuştuk…
Öncelikle yeniden Anarya I hayırlı olsun diyelim. Albümü duyururken nasıl hazırladığınla ilgili kısa bir bilgi de paylaşmıştın. Mümkünse bunu senden biraz daha detaylı dinleyebilir miyiz?
Geçen yaz Köln’de sokağa atılmak üzere olan bir piyano ile yolum kesişti. Eski ve bakımsız bir haldeydi. Sesi onu ilk gördüğüm anda çok etkiledi beni ve cahil cesareti ile tamir edilebileceğine inanıp stüdyoma taşıdım. Aylarca süren keşif ve tamir sürecinin sonunda ikinci albümüm Anarya’yı bu duvar piyanosu ile kaydetmeye başladım. Anarya uzun bir albüm olacağından onu bölümler halinde sunmak istedim. Geçtiğimiz hafta da ilk bölüm Anarya I’i EP olarak tüm dijital platformlarda yerini almış oldu.
Paylaşımında dikkatimi çeken bir diğer şey de “huzur” sözcüğünü kullanman oldu. Sanki dinleyicide böyle bir etki bırakmak istiyorsun?
Solo üretimlerim sadece benim kendi duygusal ve düşünsel filtremden geçerek ortaya çıkıyor. Üretirken dinleyicide nasıl bir etki yaratacağımı düşünmekten çok kendimi nasıl rahat, kuşkusuz ve emin bir şekilde ifade edeceğime odaklanmaya çalışıyorum. Tiyatro veya film için müzik yaparken dinleyicide oluşacak etkiyi neredeyse hep düşünerek müzik yaparken, kendi müziğimde sadece kendi hissimi veya halimi nasıl aktaracağıma odaklanıyorum.
Genel olarak huzurlu müzik yapmak gibi bir misyona daha önceki üretimlerimde pek sahip olmadım, paylaşımımda ise pandemiyle beraber maddi ve manevi olarak zorlaşan hayatlarımıza bu müziğin bir nebze olsun iyi gelmesini temenni ettim ve huzur getirmesini diledim. Müziğimde spesifik olarak böyle bir etki arayışında olmasam da hayatta huzur önemli çünkü.
Bu soruyu özellikle sordum; çünkü pandemi döneminde yaptığın müzikte böyle bir arayış vardı sanki. Seyrek Rifat’taki The Smiths yorumun gibi…
Geçen sonbaharın başında ev arkadaşım taşınmıştı ve odası boştu bir süre. Gittiğine üzülmüştüm ve gitarı elime alıp ondan kalan boş odanın boğuk ekosunda gitar çalıyordum. Çok cover çalmak gibi bir alışkanlığım olmasa da o sıra The Smiths’in Please, Please, Please, Let Me Get What I Want şarkısını çalıp söylemek çok hoşuma gidiyordu ve o odada çok güzel tınladı. Evden çıkan arkadaşıma yollamak için aslında o görüntü kaydını aldım. Fakat sonra ben de o kaydı beğendim ve paylaşmak istedim. O boş odanın garip huzurlu bir hali vardı, belki o yansımış olabilir. Bir yandan son bir senedir yaşadığım evin ve piyano ile karşılaşmamın beni eskisine göre daha huzurlu yaptığına inanıyorum ama kendi müziğimde özellikle bir huzur arayışında olduğumu pek sanmıyorum.
Seyrek Rifat (@seyrek_rifat)’in paylaştığı bir gönderi
BU ESKİ PİYANO İLE İLİŞKİM ZAMAN İÇİNDE DERİNLEŞTİ
Anarya I hazırlığında seni en çok neler etkiledi? Nelerden ilham aldın ya da aslında hangi konulardaki derdini müziğe yansıttın?
Anarya’daki parçalar yavaş yavaş son 3 senede Almanya’da ortaya çıktı. Buraya geldiğim ilk yıl suların durulmadığı zor bir zamandı ve bazı parçalar o zamanın zorluklarına belki de bir tepki olarak ortaya çıktı. Alıştığın yerden yavaş yavaş kopmanın ve üzerime yapışan yabancılığın, göçmenliğin ağırlığının ister istemez bu müziğe yansımış olduğunu düşünüyorum. Yabancı dilde kendi sesimi bulamadıkça ve kendi dilime yabancılaştıkça piyanoyla konuşmam arttı belki de. Herhangi bir dilde ifade edemediklerimi zamanla piyano sayesinde müziğe döktüm. Bu eski piyanoyu bulmamla beraber onunla olan ilişkim de zaman içerisinde çok daha derinleşti ve bu, beni aslında sakinleştirdi de. Bu yüzden son senede yazdığım müziklerin daha az dertli ve ferah duygularla ortaya çıktığını düşünüyorum.
Bir de Seyrek Rifat var hayatında. Belki biraz ondan da bahsetmek istersin? Seyrek Rifat nasıl ortaya çıktı ve onu nasıl konumlandırıyorsun?
Seyrek Rifat adından da anlaşıldığı üzere sık sık ziyaretime gelmiyor. 5 sene önce tanıştık kendisiyle ve 3 şarkılık Ayrık EP’si çıktı ortaya. Şarkı yazma ve söylemeye cesaretimi topladığımda Seyrek Rifat gömleğini giyiyorum diyelim. Onun kendine has bir yeri ve zamanı var ve o zaman geldiğinde ancak ortaya çıkabiliyor. Şu sıralar da kendisi pek ortalıklarda değil. Ayrık EP’si sonrası birikmiş şarkılar var, fakat onları paylaşmam için Seyrek Rifat’ın tekrar beni ziyarete etmesi gerekiyor. O parçaların da yeri ve zamanı gelecektir diye umuyorum.
BAŞKA BİR HAYAT MÜMKÜN OLMALI
Ayrıca son 3 yıldır Almanya’da yaşıyorsun, taşınmaya nasıl karar verdin? Müzikal gelişimine nasıl katkıları olduğunu düşünüyorsun?Bağımsız bir sanatçı olarak Türkiye’de aynı anda birçok farklı proje ile uğraşırken üstüne sosyopolitik ve ekonomik durumun her geçen yıl daha da ağırlaşması beni yaptığım işe karşı neredeyse vicdan azabı çekecek noktaya getiriyordu. Pek umutlu değildim, yakın geleceğe dair bile plan yapmak zorlaşıyordu ve bu durum beni sonunda ‘başka bir hayat mümkün olmalı, ama nasıl ve nerede’ düşüncesine sürükledi.
Almanya geçmişte gerek çalışarak gerek ziyaret ederek en çok tecrübe ettiğim ülkeydi ve hakkında biraz olsun fikrim vardı. Eğitim üstünden Almanya’ya yerleşmek o sırada maddi ve manevi en doğru seçenekti benim için. Folkwang Sanat Üniversite’sinin Pop Müzik master programına başvurdum, kabul aldım ve 2017 Ağustos’unda Almanya’ya yerleştim.
Daha önce Türkiye’de maddi manevi anlamda yatırım yaptığım birçok şeyi bir kenara bırakıp burada neredeyse sıfırdan başlamak hiç kolay olmadı; ama bu cesareti gösterip yıllar içerisinde kendime burada küçük de olsa özerk bir düzen kurabildim. Müzikal olarak Türkiye’dekinin aksine burada çok daha fazla bireysel üretimlerime odaklandım. Bir Türkiyeli olarak buranın yavaşlığına ayak uydurmakta halen zorlanıyor olsam da bu yavaşlığın eskisine göre çok daha farklı bir şekilde müziğime odaklanmama yardımcı olduğunu da kabul etmem gerekiyor.
Ozan Tekin (@ozantekin)’in paylaştığı bir gönderi
Aslında pek çok farklı projede yer aldın şimdiye kadar. Biz vardı, Nilipek ve Can Güngör gibi isimlerle beraber çalıştın; tiyatro oyunları için müzik ve ses tasarımları yaptın. Peki sen en çok nerede yer almaktan keyif aldın; yoksa bunların hepsi aslında şu ânına giden ufak patikalar mıydı demek gerekir?
En başta müziğin kendisi çok boyutlu ve ben o farklı boyutları hep keşfetme açlığı ile müzikle şu zamana kadar ilişki kurdum. Geçmişte dahil olduğum neredeyse bütün projelerin bir parçası olmak çok keyifliydi benim için. Her projenin ayrı bir tarafından tutmak, ayrı güzeldi. O kadar farklı yerlerden geçip farklı sesler çıkarmanın tabii ki benim şu anki yaptığım müziğe fazlasıyla katkısı olduğunu düşünüyorum. Yıllar içerisinde müzikal zevkler ve yönler elbet değişiyor ve dönüşüyor. Ama beni de en çok besleyen şeylerden biri bu değişim sanırım. Bir yandan solo üretimlerimi sürdürürken, öte yandan başka artistlerle sahnede veya stüdyoda çalışmanın, üstüne bir de tiyatro, film veya TV için müzik üretmenin tamamı benim için birbirini besleyen ve destekleyen şeyler. Bu farklı üretimler içerisinde salınmanın beni daha dinamik ve üretken yaptığına inanıyorum.
Gelecek planlarında neler var?
Daha çok üretmek, bol bol konser vermek ve piyano tamiratında ustalaşmak.