“Benim Küçük Yıldızım” dev kuklalarla sahneye konulmuş bir çocuk oyunu. Müzikli, danslı ama en önemlisi siyah tiyatro tekniğinde bir oyun ve bu tekniğin bir hayli ustalıklı bir kullanımını görüyorsunuz sahnede. Yıllarını Karagöz sanatına ve kukla tiyatrosuna vakfetmiş Cengiz Özek tarafından yazılıp sahnelenen oyun her ne kadar çocuk oyunu kategorisinde izleyiciyle buluşsa da büyüklerin de keyif alacağı muhakkak. Özek gazetemizin sorularını yanıtladı.
– Bir ‘siyah tiyatro’ örneği olan “Benim Küçük Yıldızım” adlı oyun Şehir Tiyatroları sahnesinde izleyiciyle buluştu. Çok kullanılan bir teknik değil bu, biraz anlatır mısınız?
Aslında dünyada da çok az örneği olan bir teknik bu. Özellikle Kanada ve Çekya’da görülüyor bu tarz gösteriler. Bugün Çekya’ya yolunuz düştüğünde Prag’da birçok kukla gösterisi pazarlayan satıcıyla karşılaşırsınız ve bu gösterilerden bir kısmı da byle ‘black theater’ yani siyah tiyatro tekniğinde gösterilerdir. Sadece bu gösterilerin farkı bir oyun mantığında değil de, bir gösteri gibi tasarlanmış olmalarıdır. Dramatik kurgusu olmayan, bir müzik eşliğinde havada uçan nesneler, bez parçaları gibi şeylerle oluşturulan gösterilerdir bunlar. Gerçekten büyüleyici duruyor bu sahneler, çünkü nasıl hareket ettiğini çözemiyorsunuz nesnelerin. Kimin hareket ettirdiğini göremiyorsunuz. İşte bu tekniğin bi kukla oyunu için de uygun olabileceği düşüncesinden hareket ettim. Kukla gösterilerinde çoğunlukla kuklacının görünmemesi tercih edilir. Tabii ki birçok modern kukla gösterisinde artık oynatıcı da görünüyor ama geleneksel kuklada mümkün olduğu kadar kuklacı saklanır, o kukla sanki hareketleri kendi başına yapıyormuşcasına izlenim verir. Siyah tiyatroyu ilk gördüğümde bu fikre kapılmıştım ve bunun üzerine bir oyun yazmaya çalıştım. Benim düşüncelerimi bu siyah tiyatro tekniğinde uygulayabileceğim esneklikte bir metin olmalı dedim ve bu metni oluşturmaya başladım.
– Teknik anlamda nasıl bir yol izleniyor siyah tiyatroda?
Siyah tiyatroda sahnenin her yeri siyah oluyor, sahne kenarları ve üstü de dahil… Oyuncular da yine her taraflarını kapatan siyah b,r kıyafet giyiyorlar, hatta yüzlerini de siyah tül peçe benzeri bir kumaş ile örtüyorlar. Her şey siyah olunca siyah içinde siyah gözükmüyor ama normal bir tiyatroda kullandığımız spot ışığını buraya yönlendirirsek o zaman seçilmeye, algılanmaya başlar. Fakat ultraviolet ışık yayan floresan lambalar kullanırsanız, mora yakın bir ışık altında siyah olan hiç bir şey görülmez… Bazı renklere karşı duyarlı olur bu lambalar ama siyahı görmez, o yüzden o ışıkta görülebilecek renklerde objeler, kuklalar kullanırsınız. Bu siyah tiyatro dediğimiz gösteri tekniğinin en önemli ilkesi. “Benim Küçük Yıldızım” adlı oyunumuzda kuklalar 1,5 – 2 metre boylarında genellikle, dev kuklalar, zaman zaman oyuncuların üstünde, zaman zaman ipli kukla tekniğinde, zaman zaman da oyuncunun içine girdiği, bir parçası olduğu kuklalar var. Ayrıca bir çok noktada sopalı kukla tekniğini kullandığımız bölümleri var. Karışık kukla tekniği de diyebiliriz. Ama burada bir farklılık daha var, onu da anlatayım kısaca, sahnenin ağzında, ön kısmında bir ışık yolu oluşturduk ve burada da canlı bir oyuncumuz bildiğimiz spotlarla aydınlatılıyor ve tam sınır noktasında kuklalarla karşılaşıyor ve onlarla inanılmaz bir macera yaşıyor.
– Çocuklar kadar büyüklerin de izleyebileceği bir oyuna benziyor sanki, yanılıyor muyum?
Doğru, oyunumuz 7’de 77’ye diyebileceğimiz tarzda bir oyun. Çocuklarla birlikte büyükler de keyif alarak seyredebilir. Genelde çocuk oyunlarında büyükler bir parça sıkılırlar, bitse de oyun gitsek derler, çocukları için gelmişlerdir. Ama bu oyun öyle değil, gerçekten aynı anda hem ebeveynlerin hem çocukların seyredebileceği bir gösteri. Kısaca anlatırsam, oyunda gökyüzünden bir yıldız kayıyor ve kayan yıldızı bir kız görüyor, o yıldızın peşine düşüyor. Acaba diyor, onu bulabilir miyim? Yıldızı aramaya başlarken gökten düşen o şey,n yıldız değil de bir uzaylı olduğunu anlıyoruz, Hop-Hop adında… Ve Hop-Hop’tan sonra başka bir yıldızla karşılaşıyorlar, Karga ile… Ama bu da ses yıldızı, gökyüzündeki ışık saçan yıldızlardan değil. Onun da kendine göre bir ışığı var ama başka tür bir ışık, sanat ışığı gibi bir şey. Sonrasında Ateşböceği’ne rastlıyorlar, o da güz dönemi ışığı hiç sönmeyen bir böcek türü. Onu da yıldıza benzetiyorlar… Tüm bu arayış içinde birçok yeni dost ediniyorlar, ama tabii ki düşmanlar da oluyor, baykuş gibi, yılan gibi… Sonunda yıldızı ararken bir çok şeyin de farkına varıyor kız, eşitliğin, kardeşliğin, paylaşmanın önemi gibi. Umarım bu sıkıntılı, dünyanın birbiriyle savaştığı dönemde hepimiz birer yıldız bulur ya da aramaya devam ederiz ki paylaşabileceğimiz gerçek mutluluklara sahip olabilelim.