Savaş filmleri, alevli ve kanlı çatışmaların çarpıcı görselliğinden medet ummadığında; gerilim oluşturmayı hedeflerken de yavan estetik reçetelerden uzak durmayı başarabildiği oranda çok daha etkili, anlamlı ve yapıcı olabiliyor.
80. Venedik Festivali’nin açılış filmi “Komutan”, kendi türüne yeni bir boyut kazandırma iddiasında olmayan, ancak hümanist içeriği yanında, zaman ve coğrafya ötesi çağrışımlarıyla, her dönem izlenmesi gereken bir film. Özellikle de, yakın geleceğimizi karartan büyük savaş bulutlarının yoğunlaştığı, yerel çatışmaların artarak sürdüğü günümüzde …
İtalyan sinemasının, küresel düzeyde henüz çok tanınmayan adı Edoardo De Angelis’in (1978, Napoli) senaryosunu yazıp yönettiği, henüz dördüncü uzun filmi olan “Comandante”, gerçek bir olayı beyazperdeye taşıyor.
1940 yılı başlarındayız. İtalyan donanmasına ait bir denizaltı, Atlas Okyanusu sularında, tarafsız olması gerekirken kendilerine ateş açan Belçika bandıralı bir yük gemisini batırır… Pierrefrancesco Favino’nun ağırlıklı, sağlam yorumuyla farklı bir efsanevi kahraman kimliğine bürünen, “Comandante Cappellini” adlı denizaltının o dönemdeki komutanı Salvatore Todaro, batırdığı Belçika bandralı şilepten denize dökülen mürettebattın 26’sına, savaş mantığıyla pek uyuşmayan etik bir tavırla iki kez yardım eli uzatır; emri altındaki İtalyan denizci er ve subayları ölüm tehlikesine maruz bırakmak pahasına, onları kurtarır.
Komutan, savaş alanındaki bir denizaltı kaptanı gibi değil, geleneksel etik değerlere sahip çıkarak gemisini son terk eden has denizci kaptan kimliğiyle hareket etmiş; öncelikle yüreğinden gelen sese, insani dayanışma çağrısına kulak vermiştir…
Bugün, Akdeniz’de batan kaçak mülteci teknelerine yardım eli uzatmak yerine, kimi zaman güvenli limanlara gelmelerini bile geciktiren, hatta engelleyen, başta İtalya olmak üzere tüm AB üyesi politikacıların “Comandante”yi öncelikle izlemesi gerekir…
İRANLI KADINLARIN DİRENİŞİ…
La Mostra’nın köklü ve bağımsız yan seçkisi, bu yıl 20. yaşını kutlayan “Venice Days”in (Giornate degli Autori) açılışındaysa, önemli bir güncel direniş yansıyor perdeye.
Bir Fransa-İran ortak yapımı olan “Güneş Doğacak” (Aftab Mishavad), alışılmış kategoriler ötesinde “deneysel politik sinema” diye tanımlanabilecek; tiyatrosal, toplumsal, siyasal ve felsefi boyutlarıyla son derece özgün, belki zor, ama çok ta zengin bir film…
Kendisi de bir tiyatro adamı olan Najafi, İranlı genç kadın oyuncularla birlikte sahneye koymaya çalıştığı özgün bir piyesin provalarına davet ediyor izleyicisini. Yönetmen ve oyuncular, Aristofanes’in yaklaşık 2500 yıl önce kaleme aldığı, seks grevi yaparak şiddet yanlısı savaşçı eşlerini cezalandıran kadınların başkaldırısını anlatan “Lysistrata” adlı oyununu, İranlı kadınların güncel mücadelesine uyarlamak için kolları sıvamışlardır. Provalar sırasında patlayan sokak gösterileri, yönetmeni ve filmin hiçbir karesinde yüzlerini görmediğimiz kadın oyuncuları, kendilerini sorgulamaya ve konumlarını tartışmaya iteleyecektir. Tiyatro gerçek yaşamla iç içe geçmiş, herkes toplumsal direnişteki yerini ve rolünü de tartışmaya başlamıştır…