Laser gözleriniz yok fakat laser keskinliğinde bir sağduyu ve vicdanınız varsa?
Çekinmeyin.
İlla bir sebeple ordasınız!
Şüpheye düşmeniz de normal 🙂
Aslında ilk 1978 yılında psikolog Pauline Clance ve Suzanne Imes tarafından yazılan bir makale ile duyduk o şüpheli sendromu…
Imposter Sendromu!
Çalışma, imposter fenomenin evreleri, adı altında yazılmıştı.
Çalışma hayatındaki başarılı kadınların, başarılarının kalitesini nedensiz bir korku ile sorguladıkları sanki uydurma başarılar ile yükseldikleri hissi ile kaygı durum bozukluğu çektiklerini anlatıyordu.
Bu makale sonrasında bu fenomen toplumda popüler ‘imposter sendromu’na evrildi. Öyle ki çok şey başaran insanların %70’i hayatlarının bir evresinde bu şekilde hissetmekteydi.
Neden böyle bir duygu içindeydik?
Ülke değiştirdiğim zamanlarımda ya da bana ek olarak atanan veya nail olduğum ve muktedir olduğum anlarda beynimin arkasındaki küçük cin, ‘sen o göreve uygun musun?’ diye söylenip dururdu. Ve bu olgunun neredeyse %70 insanda oluyor olması beni içten içe rahatlatmıyordu. İlk Dr Woolf’un ağzından duymuştum.
‘That is very normal Dr Akten, do not be in Imposter— you deserved the promotion!’
Fakat bu konuyu içindeki bu hissiyatı tiftiklemek ve didiklemek istiyordum. Kültürel olsa gerek idi.
Geldiğim Amerika Birleşik Devletleri öz güvenin ve kendine güvenin yüceltildiği bir kültür idi ve başarılarımdan övünmek değil duyunca kızaran bu hallerim başıma işler açabilirdi 🙂 ya da işleri kapatabilirdi!
Benim gibi hata ve eksiğini bilmek takıntılı biri için bu sendrom hayatıma ne kadar etki edecekti?
Aslında yanıt neredeyse 10 yıl sonra çalışma arkadaşımın bir çorba kasesi hediyesi ile açıklığa kendi adıma kavuştu. Japonya gezisi’nden dönüşte bana getirilen bir kase…
Kintsugi sanatı ile yapılmış harika bir tabak..
Kırık seramiklerin altın tozuyla onarılmasıyla ortaya belki de tabağın orjinal halinden daha da güzel olması hali!
Geleneksel Japon estetiğinde, wabi-sabi, geçiciliğin ve kusurların kabulüne odaklanan bir dünya görüşü. Kusurları vurgulayarak, belki de mükemmeline gitmenin yolunu aramanın sanatsal açılımı da Kintsugi sanatı…
Wabi- Sabi!
Tabiii…
Ne alaka Sine imposter sendromu ile?
Alakası aslında şu;
Bu yetersizlik duygularını hissetmenin altında mükemmeli yapamadan başarısız olma korkusu
yatar. Size olan güveni boşa çıkarmak ve bir çok insanı hayal kırıklığına uğratmak… Kadınların çalışma hayatlarında daha çok hissettikleri ve yükseldikçe kritik görevlerde başlarına daha sıklıkla gelen şüpheci bakışlar altında çalışma ortamlarında sıklıkla gözlenir. Bu nedenle hatasız çalışma takıntısı, ön yargısız olunmayan bu durumlarda kişileri bu sendroma sürüklemekte..
Fakat japon sanatındaki gibi kusurların altın tozlarla daha iyi bir duruma evrilebilmesi de mümkün. Yani hayatı bütün algılamak.
Kusuru örtmek yerine— kusurdan ortaya çıkanı— gururla sergilemek!
Voila!, Evraka!💡
Ne derseniz deyin 🙂
Yanıt orada…
Utanmak ve sıkılarak içten içe sıkışmak yerine— yetersiz hissedilen yerli yersiz musallat olan bu duyguları aşabilmenin çözümüydü o tabak, kase neyse o!
Görünen kusur bile mükemmelin bir parçası olabilirdi.
Çorba kasesini ofisime getirdim.
Bakmak hoşuma gidiyor ara ara.
Her çatlağın bir başka kırık parça ile daha güzel bir hale gelmesi meditasyon gibi…
Sonra başka bir tanesini yönetici bir arkadaşıma hediye ettim.
Sonra bir başkasını.
Epey işe yarıyor…
Kusurları sevelim.
Yukarı istikamette alınan yollarda başarılan her iş ya da yokuş aşağı gidilen her işte ortaya kırıklar çıkıyor. Hedef onları size özgü bir şekilde toplayarak güzel bir tabak yapmak…
Bırakın o tabağı bin kez kırsınlar …
Altın tutkal sizin kalbinizde ve beyninizde!
Un ufak olmadan sizi olduğu gibi kabul eden ve eşsiz sanat eseri olabileceğinizi bilen bir çevrede var olun!
İyi Pazarlar…