Araştırma – Makale – Bölüm 1
Türkiye’nin Gıda Tedarik Zincirlerinin Sürdürülebilirlik Analizi
Gıda insanlık için yalnızca bir biyolojik ihtiyaç olmanın ötesine geçmiştir. İnsanlığın gelişimi ile birlikte gıdanın hayatımızdaki önemi artmıştır. Gıda, birçok kültürü, toplumu şekillendirici, ayırıcı bir unsur haline gelmiştir. Gıda günümüzde hiç olmadığı kadar insanları, kültürleri birleştirmektedir.
Tüm bunlar gıda tedarik zinciri sayesinde gerçekleşmektedir. Son yüzyıldaki nüfus artışıyla birlikte gıda tedarik zincirinde dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de birtakım sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunların çoğunluğu üretim, lojistik ve depolama alanındadır. Tüm bu sorunlar Türkiye’nin gıda tedarik zincirinin karbon ayak izinin her geçen yıl büyümesine ve sürdürülebilirliğini yitirmesine neden olmuştur. Türkiye’de tedarik zincirindeki problemlerin en yoğun olarak görüldüğü şehir, nüfusun %18’ine ev sahipliği yapan İstanbul’dur.
Bu çalışmada, nüfus artışının etkisinde kalmış Türkiye’deki gıda tedarik zincirlerinin üretim, tarım, lojistik, ambalajlama ve depolama alanındaki sorunları tespit edilmiştir ve bunlara uygun çözüm önerileri sunulmuştur. Bu çalışmanın amacı Türkiye’nin ve İstanbul’un Tedarik sistemindeki sorunlara çözüm önerilerinde bulunarak tedarik sistemini daha sürdürülebilir hale getirmektir.
2.Türkiye’nin Gıda Tedarik Zincirine Genel Bakış
Türkiye’nin gıda tedarik sisteminde en fazla sorun üretim ve depolama alanında görülüyor. Gelişmekte olan ülkelerde tarıma verilen önemin azalmasıyla birlikte Türkiyede’ki insanlar da tarım sektöründen uzaklaşmaktadırlar. Türkiye’de tarım yapılan araziler azalmaktadır ve çiftçi sayısında da her yıl önemli düşüşler görülmektedir. Son 10 yılda Türkiye çiftçi nüfusunun yaklaşık yüzde 34’ünü kaybetmiştir. Tarımın GSYİH içindeki payı 1970’lerin başından 2000’e gelindiğinde yüzde 30’lardan yüzde 10 seviyelerine düşmüştür. (Greenpeace Türkiye)
Tarımsal istihdamın toplam istihdama oranı da %65’ten %7’ye gerilemiştir. Çiftçi sayısındaki azalma ve tarım sektöründeki gerilemeden dolayı gıda güvencesizliği, dışa bağımlılık, gıda enflasyonu, kırsal göç ve yoksulluk gibi birçok sorun ortaya çıkmıştır. Birçok gıda üretiminde Türkiye kendi kendine yetmemektedir.
Tarımdaki işgücünün azalmasının yanında Türkiye’de tarım yapılan topraklar da azalmaktadır. 1990’lı yıllarda 42 milyon hektar olan Türkiye’nin tarım arazileri, 2018 yılına gelinene kadar 38 milyon hektara düşmüştür. Bu miktardan çayır ve mera arazileri çıkarıldığında ise 23 milyon 185 bin hektar kalıyor. Ayrıca, TÜİK verilerine göre 2001-2008 yılları arasında tarım arazilerinin yüzölçümü yüzde 12 oranında azalmıştır.
Tarım arazilerinin yüzde 42’sini oluşturan 100 dekarın altındaki araziler, tarım işletmelerinin yüzde 85’ine aittir. (TÖİK) Türkiye’de tarım işletmelerinin yalnızca yüzde 0.7’lik kısmı 50 hektardan büyük bir arazi varlığına sahipken, yüzde 65’lik kısım 5 hektardan küçük bir arazi varlığına sahiptir.
Türkiye tarımındaki bu yapısal bozukluk (parçalılık ve dağınıklık) üreticilerin ölçek ekonomisinden faydalanmasını güçleştirirken, üretim ve ulaşım maliyetlerinin yükselmesine ve verim artırıcı önlemlerin alınmasının zorlaşmasına sebep olmaktadır. Aynı zamanda bu işletmelerde, parçalı arazilere yol, su, drenaj ve tesviye gibi altyapı hizmetlerinin getirilmesinde ek maliyet ve zorluk yaratmaktadır. (Ekinci ve Sayılı, 2010)
Tarım arazilerinin yüzde 41’i ürün ekimi için kullanılırken yüzde 9’u nadasa bırakılmaktadır. Türkiye’de işlemeli tarıma uygun yaklaşık 5 milyon hektar arazi, ekonomik olmayan ve kapsamının dışında değerlendirilirken, yaklaşık 5 milyon hektar arazinin de tarıma elverişli olmadığı halde tarımsal üretim için kullanılması sonucu erozyona uğradığı görülmektedir. (ÇMUSEP, 2019) Türkiye’de erozyon, dünya ortalamasının yaklaşık 2 katı değerindedir.
Türkiye’nin yüz ölçümünün yarısı yüzde 40’tan fazla eğime sahiptir. Topraklarımızın %70’e yakını, özellikle aşırı eğimli topoğrafya ve tarımsal tahribat sonucu erozyona maruz kaldığı için çok sığ ya da sığ derinliktedir. Türkiye’de arazilerin %7’sinde(5.6 milyon hektar) hafif, %20’sinde(15.6 milyon hektar) orta, %36’sında(28,3 milyon hektar) şiddetli, %22’sinde(17.4 milyon hektar) çok şiddetli erozyon görülmektedir. Bu erozyonların %39’u tarım alanlarında görülmektedir. İşlene tarım arazilerinin %59’u erozyona maruz kalmaktadır.
Tuzlanma ve iklim değişikliği nedeniyle ülkemizde 4,2 milyon hektar alan verimliliğini kısmen veya tamamen yitirmiştir. Konvansiyonel toprak işleme yöntemleri zaman içerisinde Türkiye’deki tarım topraklarının organik madde miktarının önemli bir kısmının kaybedilmesine yol açmıştır. Rekolteyi artırmak için kullanılan yoğun kimyasal gübre, kimyasal ilaç ve hormonlar da organik madde miktarını düşürmektedir. Türkiye topraklarının yaklaşık yüzde 88’inin organik madde miktarı yüzde 2’nin altındadır.
Bölgesel olarak, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki topraklar organik madde bakımından en fakir olan bölgelerdir; Karadeniz, Akdeniz ve Doğu Anadolu Bölgelerindeki topraklar organik madde bakımından nispeten daha zengindir. Ülkenin büyük çoğunluğunda organik madde miktarı %0.5 ve %6 arasında değişmektedir. Bu sorun yalnızca Türkiye’yi değil, tüm dünyayı etkilemektedir. Toprak sağlının bozulması sebebiyle ortaya çıkan mikro besin elementlerinin eksikliğinin, 2 milyar kişinin sağlığını etkilediği tahmin edilmektedir. (TÖİK, 2018)
Bitkisel üretime uygun toprağın 90 cm’den derin olması beklenirken, Türkiye’de tarım arazilerinin yalnızca yüzde 30’u bu şartı sağlamaktadır. Geri kalan alanlar derinlik açısından tarıma elverişli değildir.
Türkiye’de en yaygın tarım uygulamaları kuru ve sulu tarımdır. Kuru tarım Türkiye’nin kıyı kesiminin dışında kalan kalan ve tarım alanlarının yaklaşık %80’ini oluşturan kurak bölgelerde görülmektedir. Kuru tarım yapılan alanlarda genellikle buğday, arpa, nohut, mercimek, haşhaş, aspir, kanola, fığ, burçak, korunga gibi bitkiler yetiştirilir. Kuru tarım yapılan bölgeler çok fazla yağış almadığından dolayı, su depolama amacıyla toprak nadasa bırakılır. Nadas süresince toprağa ekim yapılmaz. Nadas uygulamasının en yoğun olarak görüldüğü bölgeler Orta Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleridir. Nadas uygulaması topraktaki Karbon(C)/Azot(N) dengesini bozmakta, mikrobiyolojik aktivite geriletmekte ve organik madde miktarı azaltmaktadır. Bunun sonucunda toprağın verimi azalır.
Sulu tarım yapılan alanlarda nadas uygulamasına gerek duyulmaz. Ancak sulu tarım alanlarında yine toprağa zarar vermekte olan anız yakma uygulamasına rastlanır. Özellikle Doğu Akdeniz’de pulluk ve ekim makinelerinin kullanımını kolaylaştırmak ve yabancı ot çıkışını azaltmak amacıyla anız yakma uygulaması çok yaygındır. Nadasa benzer şekilde anız yakmak da topraktaki yararlı canlıları öldürerek toprak ekosistemine zarar verir.
Türkiye halihazırda mevcut olan tarım alanlarından da yeterli verimi alamamaktadır: 2015 yılı itibarıyla Türkiye’de doğrudan ekim yapılan alanların, toplam işlenebilir tarım alanlarının yüzde 1’i kadar olduğu tahmin edilmektedir. (WWF)
Üretime bakacak olursak, Türkiye’de tahıl ürünlerinin üretim miktarları 2021 yılında bir önceki yıla göre %14,3 oranında azalarak yaklaşık 31,9 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Sebze ürünleri üretim miktarı 2021 yılında bir önceki yıla göre %1,8 artarak yaklaşık 31,8 milyon ton oldu. Meyveler, içecek ve baharat bitkileri üretim miktarı 2021 yılında bir önceki yıla göre %5,4 oranında artarak yaklaşık 24,9 milyon ton olarak gerçekleşti. (TÜİK).
Lina Şilan