Mahalle jargonudur bilirsiniz, “Yürü ense tıraşını görelim…”
Genelde başından savmak, kısa kes anlamında, ü ve r uzatılarak kullanılsa da, bu deyiş ile hiciv yapmayı yeğlerim.
Konu sıkıntım yok; spor, siyaset, magazin, gündem, başlıklarla hepsi bir arada, bu yazımda…
***
Olasılıkları hesaplamayı severim. Deprem, sel, yangın, hastalık, kaza… Bu ve benzer durumlar için ne yapabileceğim konusunda detaylı fikre sahip olsam da, günün birinde berberlerin kapatılabileceğini hiç hesaba katmamıştım.
Kel ve köselerin kıs kıs gülüyor olma ihtimaline bile gıcığım..!
Berberler ve kuaförler
Panik yapmaya gerek yok! Geçici süreliğine virüsün yayılmasına önlem olarak kapalı… Açıldıkları an kapı önlerinde oluşacak kuyruklar ve içeride oluşabilecek kalabalık endişelendiriyor beni.
Kaçıp kaçıp, ( berberin, koltuğuna, virüsün kucağına ) oturmak..!
En sevdiğim konu, Spor…
Ne güzel günlerdi değil mi? Olimpiyatları konuşuyor, sonrasında yapılacak federasyon başkanlığı seçimleri hakkında fikirler yürütüyor, atıp atıp tutuyorduk!!!
Yüze ayrı, arkadan ayrı konuşan, karakteri gevşekleri anında hissedip eğleniyor, spor genel müdürü kim olur, Baykan gider mi diye papatya falı bakıyorduk!
Şimdi ne oldu???
Feyz aldık, evde amuda kalkıyoruz!
Tek mi çift mi?
Taksilerde tek, çift plaka uygulaması varken; özel araçlarının içerisinde çifter çifter, üçer beşer, sevimli aile pozu vererek seyahat edenlere verilen ismi bulmak için çaba harcıyor, kendimi takıntı nobeli ödülüne aday gösterdiğimi ilan ediyorum.
***
Yazımı bir fıkra ile tamamlayayım…
İki Yahudi arkadaş, piyasayı araştırırlar ve o yıl haki renkteki kumaşın moda olacağını öğrenip, bütün varlıklarını nakite çevirirler.
Piyasadaki bütün haki kumaşları satın alıp, depolarını haki renk kumaşlarla doldururlar. Fakat aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen kimsenin bu kumaşlara talip olmadığı görürler. İki kafadar artık iflasın eşiğine gelmiş vaziyette dertleşirlerken kapı çalar ve içeri bir albay girer ve sorar, “Sizde haki renk kumaş var mı?”
Moiz ve Salamon heyecanla öne atılıp, olmaz mı albayım haki rengin her tonu bizde, gelin bakın derler.
Albay bütün kumaşları dikkâtle inceleyip, çok beğendiğini, askerlere 200 bin, subaylara 50 bin adet haki renkte elbise diktireceklerini söyler ve bu kumaşları benim tek başıma beğenmem yeterli değil, bir kaç parça numune alıp üstlerime de göstermeliyim der.
İki kafadar hızlı bir şekilde numuneleri hazırlayıp albaya teslim ederler.
Albay dükkandan çıkarken derki; eğer kumaşları almayacak olursak tekrar buraya kadar gelmem, yarın saat 12 ye kadar size telgraf çekerim, eğer telgraf gelmezse kumaşları hazırlayın akşama doğru gelip alırız.
O günün akşamını zor eden iki kafadar sabaha kadar uyuyamaz, ya vazgeçerlerse diye dertlenirler.
Ertesi gün
Moiz ve Salamon dükkanın üst katında pencereden sokağa bakıp, postacı gelmesin diye dua etmekte…
Öğlene doğru sokağın köşesinden dükkâna doğru gelen postacıyı gördüklerinde feryat etmeye başlarlar, “Bittik, mahvolduk!”
Moiz der ki; ben aşağı inemeyeceğim sen git bak…
Salamon arkadaşını kırmaz, heyecanla aşağı iner, elleri titreyerek postacıdan telgrafı alıp açar…
Ve arkadaşına seslenir.
Müjde Moiz, müjde…
Baban ölmüş..!
Sevgiyle, sağlıkla kalın