Dünya Tenisinde Sezon Sonu “Finale”: ABD Açık’ta Neler Oldu?
Uluslararası tenis sezonunun dördüncü ve son Grand Slam Turnuvası ABD Açık, bu yıl, 29 Ağustos-10 Eylül tarihlerinde gerçekleştirildi. “Hiç uyumayan şehir” New York’un, tenis maçları için “gürültücü” sayılabilecek seyircileri, iki hafta süresince, “Billie Jean King Ulusal Tenis Merkezine” akın ettiler.
Bu muazzam tesisin, tenis kortlarından bahsetmek isterim önce; merkez kort tabir edilebilecek, Arthur Ashe Stadyumu, 23.771 seyirci kapasitesi ile dünyanın en büyük tenis arenası olma özelliğini taşıyor. Yine, Louis Armstrong Stadyumu 14.000, Grandstand ise 8.125 seyirci kapasiteli. Bu üç büyük yapının yanısıra, deniz seviyesinin altında olması sebebiyle akustiği ile ünlü 17 numaralı kortta da Rune gibi yetenekler mücadele verdi turnuvada. Slam demek; tarih, gelenek, nükteli yakıştırmalar demek. Bu kadar alçak seviyede inşa edilmiş olan, 17 numaralı kortun, yakıştırılmış adı: “the pit” (çukur).
Rune’den bahsetmişken; yılın son Slam’i, Rune, Ruud, Tsitsipas, Musetti, Auger-Aliassim gibi isimler için hayal kırıklığı oldu. Thiem ve Korda ise, sakatlıkları sonrası eski formlarını bulamamış görünüyorlar. Kadınlar tarafında da, Swiatek, Jabeur, Rybakina, Pegula ve Sakkari gibi önemli isimler umdukları gibi bir turnuva oynayamadılar. John McEnroe, ABD Açık’ta bu kadar çok hayal kırıklığı yaşanmasını ve ünvan korumanın zorluğunu, uzun ve yoğun tur/sezon programlarının sonuna gelinmiş olmasına bağladığını ifade ediyor yorumlarında. Metal yorgunluğu diyelim!
Böyle olmakla beraber, her Slam’de olduğu gibi güzel sürprizler de vardı. Tenise veda etmiş olduğunu düşündüğümüz, eski dünya bir numaralarından Caroline Wozniacki, 3,5 yıl aradan sonra ilk Slamini oynadı ve son 16’ya kalmayı başardı. Ancak, kariyerinin en iyi dönemini yaşamakta olan Coco Gauff’a 3 sette yenilmekten kurtulamadı. Keza, uzun bir sakatlık süreci yaşayan Sasha Zverev, Jannik Sinner’ı turnuva dışına iterek, çeyrek finale kadar yükseldi ve geri dönüşünün tamamlandığını kanıtladı.
Bir veda vardı; ABD tenisinin önemli ismi, “uzun adamı”, tenis tarihinin en uzun maçının kahramanı John Isner, turnuvadaki son maçı ile emekliliğini ilan etti.
Bazı genç isimler göz doldurdular. Güçlü rakipleri karşısında başarılı maçlar çıkaran; İsviçreli Dominic Stephan Stricker, İtalyan Matteo Arnaldi ve ABD’li Emilio Nava’nın, bu çıkışlarını devam ettirip ettiremeyeceklerini elbette zaman gösterecek.
ABD Açık’ta en büyük çıkışı, geçen sene Kolej oyunculuğundan profesyonelliğe geçen 20 yaşındaki Ben Shelton yakaladı. Shelton, vatandaşları Tommy Paul ve Francis Tiafoe’yu geçerek, yarı finale yükselmesinin ardından, Novak Djokovic’e rakip oldu. Keza, Shelton, ilk iki seti kaybetmesine rağmen, enerjisini ve inancını yitirmeyerek, 3. Sete ortak oldu. Djokovic, ilk setlere nazaran biraz daha zorlanarak da olsa, 3. Seti de aldı ve maçı kazandı.
Maça dair gözlemim; Shelton’ın bitmek tükenmek bilmeyen çocuksu enerjisinin ve taktiksel olarak, Djokovic’in oyununu bozduğu çok bilinen ve Fransız Gilles Simon’a atfedilen bir tarz ile aldığı enerjisiz sayıların, büyük tenisçiyi çileden çıkarttığı şeklinde. Zira, fileden kızgın ifade ve hareketlerle döndüğü kameralara yansıdı zaman zaman. Maç sonunda ise, Shelton’ın bir önceki maç kutlamasını taklit etti ve filede düzgün el sıkışmadı. Bu tuhaf taklit ve anlamsız kızgınlığın, büyük şampiyona yakışmadığı kanaatindeyim. Rakibinin oyununu bozmak için, kurallar dahilinde olmakla birlikte, her taktiği denediğine yıllardır şahit oluruz Djokovic’in. Raket parçalar, locasını azarlar, kendine yüksek sesle sinirlenir. Birinci servisini, zamanı hep sonuna kadar kullanarak atar. İkinci servise kalırsa, orada da oyalanır. Bir de 2020 ABD Açık vukuatını hatırlayalım; oyun dışı gelişigüzel vurduğu top, çizgi hakemine çarpmış ve turnuvadan anında ihraç edilmişti. Tüm bu muhakemeyi yapan seyirci, Djokovic’in “davranış notunu” bir kez daha kırdı diye düşünüyorum.
Diğer taraftan, yine yarı finalde Medvedev’e yenilen Carlos Alcaraz; dinleneceğini ve yakın tarihli programlarını iptal edeceğini açıkladı.
Turnuva esnasında dikkat çeken bir gelişme de, Kadınlar Turu (WTA) ile Erkekler Turunun (ATP), birleşme (merger) için görüşmelere başladığına dair haberlerdi. Ticari konuların ön plana çıktığı bariz olan bu görüşmelerin sonuçları merakla bekleniyor olacak tenis çevrelerinde.
Gelelim, kadınlar ve erkekler final maçlarına;
Cori “Coco” Gauff, yeni dünya bir numarası Aryna Sabalenka’yı 3 sette yenerek, ilk Grand Slam şampiyonluğuna uzandı. Kadınlar Finali sonrası, aklımdan hemen şu geçti: Jannik Sinner’in meşhur yeni koçu Darren Cahill ile başarmak istediğini, Gauff, meşhur yeni koçu Brad Gilbert ile başardı.
Başarı grafiği yükselen tenisçilere rağmen, kadınlar tenisine dair şöyle bir yorum yapmak isterim; Her ne kadar aynı haklara ve aynı ödül paralarına kavuşulmuş olması, muazzam kazanımlar ise de; kadınlar tenisi, an itibarı ile ticari olarak çok iyi durumda değil. İstikrarlı başarılarıyla seyirciyi ekrana ve tribünlere çekecek yıldızlara ihtiyaç var; Williams kardeşler veya Sharapova misali. Alcaraz, erkekler tarafını ticari olarak kurtarmış görünüyor; sıra kadınlarda.
Ve tabii erkekler finaline geldi anlatım sırası. Yeni bir Djokovic/Medvedev mücadelesi seyrettik. Zihinler hemen 2021 yılı finaline uzandı. 2021 yılındaki tüm Slam şampiyonluklarının peşinde olan Djokovic’in, kaybettiği maç sonrası tutamadığı gözyaşları, tribünlerin ilk defa ona müthiş destek vermesi ve Brad Pitt dahil Hollywood yıldızlarının localardaki hüzünlü halleri hafızalara kazınmıştı. Djokovic, bu sene de ağladı ama sevinçten! Üstün oynadığı finali 3 sette kapattı ve kendi rekorunu 24 Slam şampiyonluğu ile geliştirdi. “Djokovic, Gençlere Karşı” adını yakıştırdığım tenis macerası hız kesmeden devam ediyor.
Son olarak; maalesef, kadınlar ve erkekler kategorilerinde ana tabloya yine oyuncu çıkaramadık. Gençlerde de elendik. Ülkemizin temsil edilmiş olması dahi gurur verici olmakla beraber, umutlarımız başka baharlara kaldı.
Sporlu ve sağlıklı günler hep sizlerle olsun.