İlk 100 Tenisçisi Olmak!
Uluslararası tenisi takip edip yazarken, sporcularımızdan ve başarılarından bahsetme özlemim var.
Pek çoğumuzun yaptığı gibi, özellikle nüfusu küçük, ekonomik gelişmişlik düzeyi bize yakın ülkelerle kıyas yapıp, söylenirken buluyorum kendimi. “O ülkelerde, tenisin bir geçmişi var!” mazereti de avuntu olmuyor. Başarıya özlem büyük.
Kişisel yakınlığım olduğu için Macaristan ve Macar tenisçilerin başarısına gıpta ediyorum mesela. 10 milyon nüfuslu Macaristan! Son “Davis Cup” eşleşmesinde, Milli Takımımıza puan vermeyen; dünya zirvesindeki Carlos Alcaraz’ı yenecek güçteki, Fabian Marozsan’ı (halihazır dünya 62 incisi) ve erkekler tenisinin “en fit” tenisçisi olarak, son Djokovic karşılaşması öncesinde bizzat John McEnroe’dan iltifat alan, dünya 47 numarası Marton Fucsovics’i yetiştiren Macaristan!
Başarının nüvesini oluşturup, geliştirmek neden bu derece zorludur hatta imkansızdır ülkemizde? Bizde işler nasıl yürür, fotoğrafını veya minik videosunu çekeyim; Başarının nasıl geleceğine dair fikrimiz çoktur aslında. Konuyu bilmesek bile konuşmayı, yazmayı severiz.
Sosyal medya, Türkler kendi arasında kavga etsin diye icat edilmiştir adeta. En ciddi olduğu varsayılan geniş katılımlı toplantı ortamlarında dahi, olumlu, yapıcı, ufuk geliştirici bir görüş alışverişine şahit olmazsınız ekseriyetle. Egolar çarpışır! Akdeniz insanı özelliği deyip, sevimli hale getireyim bu huyumuzu. İkinci özelliğimiz;
O an karar verme yetkisi olanları mesela Federasyonu suçlamaktır. Dışardan, her türlü eleştriyi yapmak kolaydır çünkü. Yetki yok, sorumluluk yok, Klavye var! İşin başında olanlar için de bilindik mazeretler vardır; Para yoktur, imkanlar kısıtlıdır vs. Buna bir de kişiselleşmiş eski kavgalar, inatlaşmalar eklenir. Camialar hep küçüktür zira. Sözkonusu kısır döngünün içerisinde, kaybolur gideriz. Kişiler değişir, kavga aynı ve bakidir.
Bakın! vizyon tazelemediğimiz sürece başarının temeli atılamaz. Bu, hayata nasıl baktığımızla alakalıdır doğrudan. Başarı, kısa ömürlü bir ticaret konusu değildir. Çok emek ve özveri ister. Sakın demode bir kavram deyip gülmeyin okurken şimdi. Başarı, idealist insanların varlığına kesin ihtiyaç duyar. Teniste idealist insandan kastım da şudur:
Dünyada başarının izini sürmüş, öğrenmiş, yıllarını vermiş ve ülkesine bu ülküyle faydalı olmak isteyen olağanüstü karakterdeki kişi. Aklınıza hemen bir isim geliverdi tahminim. Can Üner! ilham veren ama tekrarlanmayan kısacık bir dönem; Marsel İlhan ve Çağla Büyükakçay ile yakaladığımız ilk 100 başarıları. Kaybettiğimiz Üner’i saygıyla anıyorum. Anısı, Türk tenisi için eşsiz değerdedir. İdealist insanlar böyledir. Varlıkları aydınlatır. Seneler geçer. Gündemler değişir. Referans olmaya devam ederler.
Başarının sadece çekirdeğini oluşturmaktan bahsettim şu ana kadar. Devam edelim; İlk 100 yeteneklerini, 3 yaş civarında teşhis edecek antrenörlere; hiç bir evrede vakit kaybetmemelerine/kaybettirilmemelerine; yollarını açacak sponsorlara; o aşamaya geçme kararlılığında olurlarsa, son dokunuşları yapacak başlıca uluslararası akademilere gitmelerinin gerekliliğine ve nihayetinde çok iyi bir ekiple çalışmalarının zorunluluğuna vurgu yapmalı tabii.
Kafalar bu konuda da çok karışık. Herhangi bir tenis profesyoneli ile ilk 100 oyuncusu arasındaki farkı görmeliyiz. Bu fark, belki bir Fazıl Say farkıdır benzetme olarak. Başarılı bir virtüözle onun arasındaki farktır aslında ilk 100 tenisçisi olup, orada tutunmayı başarmak. Nadir yetenek üstüne bir kariyer inşa etmek, devamlı çalışmayı, gelişmeyi, rekabetin kalbinde olmayı, adanmışlığı, milli duygularla ama illa dünya vatandaşı olmayı da ifade eder.
“Final Seti” ismindeki Fransız filmi de aklımda bu satırları yazarken, Filmin ana karakterinin acımasız gibi görünen sözleri; “Dünya sıralamasında 200 lerde demir atmak, iyi bir kulüp oyunculuğunun ötesi değildir! “ Çok acımasızca ama gerçek değil mi?
Denilebilir ki; başarıya giden yolda, gündemdeki kadın voleybolu bir örnek teşkil edebilir. Hem evet hem hayır. Altyapı yatırımları ve farkındalık konusunda evet! Ancak, bireysel bir sporda, uluslararası başarı misliyle zor ve sahipsiz olabilir. Sokakta; “aklınıza bir çırpıda hangi sporlar geliyor? diye sorsanız; Cevaplar, futbol, basketbol, voleybol ve tarihi anlamıyla güreş olacaktır muhtemelen. Böyle olmakla beraber, tüm o zorlu aşamaları geçip, dünya sıralamasında yükselen ve devamını getiren bir tenisçiyi bu ülke bağrına basacaktır. Tenis zengin sporu algısının da o aşamada bir önemi olamaz.
Böyle gelmiş böyle gitmesin artık ümidiyle, sağlıklı ve sporla bezenmiş günler dilerim.