Sonbahar kışa dönerken, insan tanımlaması döngüde de yıl sona eriyor. Tenis sezonundaki ara devam ederken, ticaret, rekabet ve spora dair düşüncelerimi yazmak istedim.
Ticaret ve rekabete, işin içinde mutlaka bir bit yeniği varmış gibi bakılır günlük hayatta. Bir işin içine ticaret ve rekabet dahil olduğu zaman, samimiyetin ve insani değerlerin yok olacağına dair genel bir kanı hakimdir.
Oysa mesele; teoride de, pratikte de öyle değildir. Teoride, piyasayı ideal kılan; hiç müdahele edilmeyen, tam rekabet ortamıdır. Çok firmalı/oyunculu modeli ifade eder aynı zamanda.
Pratikte ise bu; doğal bir otokontrol ve piyasa şartlarında oluşan gerçek fiyat veya durum demektir. Bir işin içerisine, “dürüst” ticaret ve rekabet girmesi, o alanı yukarı taşır, geliştirir.
Türkçe kullanımda, bu iki ekonomi terimi anlam kargaşasına kurban gitmiştir. “Haksız rekabet ve dürüst olmayan ticarete” sabitlenmiştir zihinler. Bu psikolojinin tarihi elbette çok eskidir.
Yüzlerce yıldır özene bezene yarattığımız bir “kayırılma kültürüdür” biraz da bilinçaltında. Kayırılırken sesimiz çıkmaz!; Kayırılan diğer bir kişi/grup önümüze geçtiğinde şikayet ederiz. Şikayetimiz, sisteme yönelik gibi görünse de, kastımız; “Kayrılan biz olalımdır”. İşin adını koyalım; bu, tam bir Şark zihniyetidir, kurnazlıktır. Bir illettir yakamıza yapışmış. Sinsi bir illettir üstelik. Öldürmez, süründürür! En modern görünümlü olanımız dahi bu illetten muzdariptir.
Üretim ve ticarette henüz arzu edilen düzeyi yakalayamamız da, bu kargaşa ile içi içedir aslında. Yerli sanayii geliştirmek adına, rekabete kapalı modelle 80’lere ulaşan ülkemiz, mecburen ayak uydurmak zorunda kaldığı, modern ticaret ve rekabette yenidir hala. Üstüne üstlük, 80’lerde başlamakla beraber düz yoldan ilerleyememiş bir ekonomik yolculuktur bu.
Peki, uluslararası rekabete geç ve apar topar açılmış ve dahi zor ilerleyen ekonomimizle diğer konular arasında nasıl bir ilinti var? “Zihniyet”, ortak paydadır tüm konularda kanaatimce.
Konulara, dürüst ticaret ve rekabet gözlüğünü takarak bakarsak, net görürüz. Her işin ticareti de rekabeti de tam ve dürüst olur ise, ileriye gidebiliriz. Aksi takdirde, mesela sporda, uzun aralıklarla gelen mucize kabilinden nadir başarılarla yetinir. Bireysel kayrılma yarışlarında kaybolur, ötesini asla göremeyiz.
Sporda, Devlet bizi görsün feryadı devamlı mevcut iken, parasal olarak en zorlu konudur. Devlet, maddi olarak, hangi sporu nasıl gözetecektir? Büyük koordinasyon ve planlama gerektirir. Olur veya olmaz! Sponsorların artması ihtiyacı mutlaktır buna mukabil. Ancak ve ancak, dürüst ticarete ortak olur, büyük sponsorlar!
Yine, işin kurumsal tarafındakilerin, uluslararası kuralları ve gelişmeleri takip etmeleri ve kendi sistemimize kazandırmaları tartışmasız bir görevdir. Önceliktir. Bu yapılırken, bahsetmiş olduğum, kayırma/kayrılma kültüründen olabildiğince sıyrılıp, objektif olabildiğimiz ölçüde uluslararası rekabete ortak olabiliriz. Keza, sporların her aşamasında görev alan/alacak kişileri de uluslararası rekabete hazır hale getirmeliyiz. Sporcunun kendisi işin son halkasıdır zira. Herhangi bir sporda ve teniste başarı, o sporun uluslararası dilini/jargonunu, kuralını, kesintisiz uygulamak ve içselleştirmekle el eledir.
Sağlık ve sporla bezenmiş günler dilekleriyle,