Her sabah uyandığımda; Zihnimde devamlı tazelenen bir yaşam tasviri beliriyor; Ödünç verilmiş olan bir zaman ve bizi biz yapan herşeye beynimizin biçtiği anlamlar dizisi!
Hepsi o kadar!
Yaşamın erken aşamasında, bir acele ve telaş; Yetişmek ve yetiştirmek çabası!
Evde, okulda, işte; Hatta hobilerinizde bile. Zamanla yarış. Zamanla yarışabilir miyiz? Dilimizde bir söz; “Başımı kaşıyacak vaktim bile yok!” Herşeyin göreceli olması da çok akıl karıştırıcı değil mi?
Tüm bu koşuşturmacanın içerisinde erkenden fark edip, sahip çıkmaya çalıştığım bir hissiyat oldu; Anı kavramak ve özen göstermek. Bu; Bir işe biçtiğiniz zamanı çok da değiştirmiyordu aslında. Sadece konsantrasyon ayarlarınızda değişiklik gerektirebiliyordu. Bir ileri aşamada, şunu da idrak ettim; Bir işi yaparken, ondan kurtulup/geride bırakıp, esas iş veya hedef diye tanımladığınız konuyu düşünüp durmak, insana iyi gelmiyordu!
Tabii ki; Bu konular, en sofistike zihinleri de meşgul etmiş. Hayatı; Plan yapıp dururken geçen zaman olarak nitelendirenler çıkmış mesela. Daha edebi bir benzetme de mevcut; Hayatın hiç bir anı veya aşaması prova değildir!
Klasik anlamda acele edemiyorum artık. Anların tekrarlanmayabilecini öğrendim. Bunu öğrendiğinizde, doğaya saygınız artıyor. Döngünün bir parçası olmak hoşunuza gider oluyor. Etrafınızdaki habitat ile birlikte hareket etmek adeta bilgelik getiriyor. Dinginleşiyorsunuz. Esas konu diye bir ayırım da kalkıyor ortadan. 24 saat esas konuyu yaşar oluyorsunuz.
Peki; bir kez bu dinginliğe ulaştığınızda; Sakin yaşamak mı? Kalabalıklara karışıp, keyif aldığınız yeni bir uğraşa yelken açmak mı? Bu sorunun cevabını bilmiyorum ama bulmayı umuyorum.
Sağlıcakla kalın.