Okur severler için bu hafta en çok okunan bazı
Jose Mauro De Vasconcelos – Şeker Portakalı
Acı dolu bir hayat sürdürmek ve bunu yaşamın olağan seyri gibi kabul etmek, ta ki hayattaki en gerçek ve karşı konulamaz acının ne olduğunu öğrenene kadar… Şeker Portakalı; yoksulluk ve sevgisizlik içinde yaşayan küçük Zeze’nin dünyasını, okuyucusuna yalnızca minik bir çocuğun gözünden değil, evrensel bir hakikat penceresinden sunuyor. Brezilyalı yazar Jose Mauro de Vasconcelos’un 1968’de yayımlanan Şeker Portakalı adlı eseri, yalın anlatımı ve çarpıcı hikâyesiyle dünya edebiyatının unutulmaz başyapıtları arasında yer alıyor. Yazarının hayatından izler taşıyan eser, bir çocuğun iç dünyasından yola çıkarak tüm insanlığa acıyla yoğrularak olgunlaşmanın ağırlığını duyumsatıyor. Gerçekçi anlatımı ve duygu ağırlıklı temasıyla Latin Amerika edebiyatını tüm yönleriyle yansıtan Şeker Portakalı; saflığı, şefkati ve acıyı eksiksiz bir empati ile iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayacak.
Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna
İlk baskısı 1943 yılında yapılan Kürk Mantolu Madonna, günümüzde halen en çok ilgi gören ve satılan kitaplar arasında bulunuyor. Basıldığı günden bu yana 1 milyondan fazla satan kitap üzerine, birçok araştırma ve inceleme yapılmış, hakkında tezler yazılmış, fakat bu başarısının sırrı tam olarak çözülememiştir. Onu bu kadar özel kılan ve hala konuşuluyor olmasındaki en büyük pay, tabii ki Sabahattin Ali’nin usta kalemi ve başarılı ruh tahlilleridir.
Lev Nikolayeviç Tolstoy – İnsan Neyle Yaşar?
Rus edebiyatçı Tolstoy, İnsan Neyle Yaşar?’da yer alan hikâyeleriyle büyük bir yazar olmasının yanı sıra, topluma ayna tutarak filozof ve eğitimci kimliğini de öne çıkartır. Tolstoy’un bu eseri, her dönemde güncelliğini koruyan bir kaynaktır. Kitapta yer alan tüm hikâyeler insanın özündeki iyilik, açgözlülük, hırs ve her anlamda birleştirici bir güç olan sevgi kavramlarını ele alır. Öte yandan, genç veya yaşlı tüm okuyuculara, kendine bir adım dışarıdan bakabilme ve hayatın belki de en önemli sorularını sorabilme olanağı sunar. İnsanın içinde ne vardır? İnsana ne verilmemiştir? İnsan neyle yaşar?
Piraye – Seyir
Seyir eden misin, seyreden mi bu alemde? Eksikliğin boş gözleriyle büyümüştü Mina… Küçük bir kızken bunu ilk fark ettiğinde, şaşırmıştı; olmayan her ne ise kalbinin orta yerinde, orada bir oyuk oluşturmuştu sanki. Bozuktu. Defoluydu. Büyüdü, genç bir kadın oldu ve bir karar verdi; Madem eksiğim ben, bu eksikliği kapatacak olan malzeme başkalarında olmalı. Onların sözleri, onların ilgisi, onların tanımları, onların yorumları…Aşklar da oldu yaşamında, kırgınlıklar, savruluşlar da… Kaybetti, ama yıkılmadı yeniden ayağa kalktı. Bir sergi açılışında Celal ile göz göze geldiği ilk an, bir tokat patlamıştı sanki yüzünde. Deli gibi çarpan kalbinin sesini duyuyor, bu gergin ama bir o kadar da gizemli erkeği izlemekten kendini alamıyordu. Mina, onu kendi dönüşümüne götürecek uzun bir yolculuğa çıkmaya hazırdı artık!
William Golding – Sineklerin Tanrısı
Dünya klasikleri arasında gösterilen “Sineklerin Tanrısı”, William Golding’in en önemli eserleri arasında gösteriliyor. Nobel edebiyat ödülü almasıyla ise tüm dünyada büyük üne kavuşan eser, ıssız ada yaşamını bambaşka bir yönden ele alıyor. Karakter analizlerine ve davranışlara odaklanan kitap, saf ve temiz çocukların bile aslında ne kadar vahşileşebileceklerini gözler önüne seriyor. Okuyucuları, davranışlar üzerinde düşünmeye iten bu kitapla siz de hayatta kalma mücaledesine giren çocukların derinden etkileyen hikayesiyle baş başa kalacaksınız.
Stefan Zweig – Ay Işığı Sokağı
Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin; patronuna kölece bağlılığı yüzünden korkunç bir eyleme sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi; 1810 yılında İspanya’daki savaşta yaralanan, düşman bir ülkede amansız bir hayatta kalma mücadelesine girişen bir Fransız albay; 1918 yılının bir yaz gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan, ancak sonra yüreğini kavuran yurt özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri; yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam eden avare bir gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten sonra ödediği ağır bedel. Zweig bu öykülerde insanı insanlıktan çıkarıp en uç noktalara sürükleyen deneyimlerin izini sürerken, okuru da ister istemez karakterlerinin ruh çalkantılarının içine çekiyor…
J. K. Rowling – Harry Potter ve Felsefe Taşı – 1.Kitap
“Harry, elleri titreyerek zarfı çevirince mor balmumundan bir mühür gördü; bir arma koca bir ‘H’ harfinin çevresinde bir aslan, bir kartal, bir porsuk, bir de yılan.”Harry Potter sıradan bir çocuk olduğunu sanırken, bir baykuşun getirdiği mektupla yaşamı değişir: Başvurmadığı halde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na kabul edilmiştir. Burada birbirinden ilginç dersler alır, iki arkadaşıyla birlikte maceradan maceraya koşar. Yaşayarak öğrendikleri sayesinde küçük yaşta becerikli bir büyücü olup çıkar.
Stefan Zweig – Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun “gönderen”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
Esre Ezmeci – Süt Lekesi
Her insan lekeli midir?
Ne zaman bulaştı bu lekeler bize?
Habil ile Kabil zamanında mı?
Bir yara mıdır bu leke, bir nişan mıdır yoksa?
Masum, saf ve temiz olarak dünyaya gözlerini açan insanoğlu, neden bu dünyayı yaşanmaz kıldı?
İnsan kötülükle mi doğar, sonra mı kötü olur?
Bir bebek, başka bebeği gördüğünde neden rahatsız olur, neden onu tırmalar, canını yakar?
SÜT LEKESİ insanın içsesi olmaya aday bir roman. Kimseye söylemediklerimize, yalnızken kendimize bile fısıldayamadıklarımıza, aklımızdan bile geçiremediklerimize ışık tutuyor.
Acı içinde kıvranırken gelen mutluluğu, karanlık içinde boğulurken yanan ışığı, çaresizlik içinde debelenirken yanı başınızdaki çareyi göreceksiniz.
Sadece iyiyi ve güçlüyü değil, kötüyü ve zayıfı da anlayacak, önyargılarınızdan rahatsız olacaksınız.
İclal Aydın – Üç Kız Kardeş
Bir zamanlar, bir ülkenin en güzel denizine bakan bir evde üç kız kardeş yaşardı. İsimleri Türkân, Dönüş ve Derya idi. Babaları Sadık Bey ve anneleri Nesrin Hanım’la birlikte geceleri kucak kucağa oturur, gelecekte onları bekleyen şahane yılların hayallerini kurarlardı. Türkân, Dönüş ve Derya’nın, Ayvalık’ın çam kokulu sokaklarında geçen masal gibi çocukluğu, onları yetişkin dünyasının acımasızlığına hazırlamamıştı belki. Hiçbir hayatın, hiçbir seçimin göründüğü kadar kolay olmadığını, bazen en büyük, en akla gelmeyecek sırların en güvendiklerimizin kalbinde saklandığını, en korkulacak hastalıkların gün gelip geçmişi derleyip toplayabileceğini anlamak zaman istiyordu. Ve zamanın ilaç olmadığı bir yara var mıydı dünyada? Ayvalık’ın denize uzanan taş sokaklarından, nice yaşamlar görüp geçirmiş zeytin ağaçlarından, hayatın kaynağından akan suyundan, eski evlerinden doğmuş bir aile hikâyesi Üç Kız Kardeş. Bir mutsuzluk hikâyesi değil; neşeli günleri yâd ede ede iyiliğe dönüşün hikâyesi. İyileşmenin yolculuğu…