‘Zalimlerin yönettiği bir dünyadansa deliliğin dünyasını tercih ettim ben, gerçek bilgelik delilikmiş; delilik bulaşıcıdır, uyan İspanya, Don Kişot’sun sen!’
Bir yılı aşkın süredir sanata kavuşmayı sanatçılar da, biz de çok bekledik. Ve salgınla henüz başedilememiş olmasına, yangınların yüreğimizi dağlamasına rağmen açık havada perde açan sanatçıların yanında olmak istiyoruz. Onun için gecelerimizi olabildiğince tiyatroya ayırıyoruz. 16 ay sonra temmuzdan beri seyircisiyle buluşma heyecanı yaşayan ekiplerden biri de Baba Sahne’nin “Don Kişot’um Ben” oyunuydu ve 6 Ağustos’ta Kadıköy Selamiçeşme’de Özgürlük Parkı’nda sahne açtı. Ne parkı, ne tiyatroyu daha önce görmemiştim, bu da bir fırsat olur diye ulaşım zorluklarını da göze alarak gittim. Kadıköy gerçekten başka bir bölge. Özgürlük Parkı’nda da özgürlüğün kokusunu alıyorsunuz, kadını, kızı, çocuğu, ailesi, insanlar huzurlu, yemyeşil parkın içinde kafeterya ağzına kadar dolu, Kadıköy Belediyesi tiyatroya giden yolu bayraklarla işaretlemiş. Açıkhava tiyatrosu orta büyüklükte ve salgın koşullarında mesafeli oturulduğu ve maskeler çıkarılmadığı için sağlık açısından da sıkıntı yok. Saat 21.00’de başlaması gereken oyuna izleyici de vaktinde gelse iyi olacak!
KAPALI GİŞE OYNADI
Gelelim oyuna: Baba Sahne’nin salgın öncesi sahne açan ve kapalı gişe oynayan prodüksiyonu, son bir buçuk iki yılda Amadeus Mozart’tan sonra, gördüğüm en iyi oyuncu kadrosu ile sergileniyor. Oyun Ozan Güven ve Günay Karacaoğlu’nun üzerinde gibi görünüyor ama diğer bütün oyuncular da (Nazlı Tosunoğlu, Ömür Arpacı, Serhan Ernak, Dilşad Bozyiğit, Diren Polatoğulları, Enis Aybar, Tuğba Eskicioğlu, Yüsra Geyik, Ali Kemal Aydın, Rıfat Durmuş) hem tanıdık, hem tiyatro ve dizilerin karakter rollerinin vazgeçilmezleri! 2019’da Üstün Akmen En İyi Erkek ve En iyi Kadın oyuncu ödüllerini kazanan, 14 yıl sonra tiyatroya dönen Ozan Güven ve Günay Karacaoğlu’nun performansı ise hem duygu, hem teknik, hem dayanıklılık açısından parmak ısırtıyor, çünkü rolleri çok hareketli ve oyun çok uzun! Neredeyse üç saat, bu sıcakta müthiş bir kondisyon gerektirir bu kadar hoplama, zıplama.
Oyunun konusu Cervantes’in ölümsüz eseri Don Kişot’dan esinleniyor, Mihail Bulgakov’un uyarlamasını Irmak Bahçesi çevirmiş. İspanya’da geçen oyunda evin beyi, delilikle bilgelik arasında gidip gelen ve okuduğu kitaplardan da etkilenip kendisini Don Kişot ilan eden bir asilzadenin hikâyesi. Kendisini önce kapatan sonra engel olamadıkları için evin beslemesini de Sancho Panza yapıp yanına veren ailesi onun maceralara atılmasına izin verir. Çakma Don Kişot ve erkek kılığına ve Sancho Panza kimliğine bürünen hizmetçi kadın ile yel değirmeni savaşları; halkla diyaloglar arasına sıkıştırılan saraya karşı ayaklanan asiler, Nâzım Hikmet şiirleri, güncel uyarlamalar, espriler iç içe geçiyor, kahkahalar birbirini kovalıyor, oyun alkışlarla kesiliyor. Emrah Eren’in yönettiği oyun, Barış Dinçel’in esprili ve estetik sahne tasarımı ve Sadık Kızılağaç’ın kostüm tasarımı ile şenleniyor. Can Şengün ve Faruk Üstün’ün müziğine de değinmemek haksızlık olur, oyun neredeyse müzikal! Orçun Okurgal da koreograf ve bir alkışı hak ediyor.
ÇOK UZUN!
Tek itirazım, oyunun çok uzun olmasına. Birinci perde bittiği zaman neredeyse bir buçuk saat olmuştu ve herkes tatmin olmuş vaziyette, bitti sanıp gitmeye kalktı. Ana fikir ortadaydı, mesaj alınmıştı, saat 22.30 olmuştu, daha ne? Oyuncular selama çıkmadıkları için ikinci perde olduğunu anlayıp kaldık! Ve açıkçası ikinci perde çok mu gerekliydi? Bilemedim! İkinci perdede hem performans düştü, hem tekrarlar başladı. Ufak ufak tüyenler de oldu. Ben yönetmenin yerinde olsam, konuyu biraz toparlar, tek perdede bitiririm, kimsenin sabrı yok üç saat oturmaya, oyuncular yorulduğu için ara da çok uzun ve gece yarısını geçince eve dönmek için hiçbir kamu ulaşımı da kalmıyor! Bu eleştirim saklı kalmak üzere Günay Karacaoğlu’na kocaman sarılıyorum, şahaneydi. Ozan Güven’in yeteneğini her zaman takdir ettim, deli bilge rolünde müthişti. Hele o kulaklığıyla sorun yaşarken bile doğaçlama esprileriyle bizi kahkahaya boğması çok şekerdi. Oyuncu kadrosunun doğal elemanları sahnede dolaşıp duran kedilere tekme sallamasa daha iyiydi ama kediler de çok rol çalıyor canım! Beş üzerinden 4 yıldız benden, o da gereksiz uzun diye. (Önümüzdeki günlerde Datça ve Ayvalık’ta sahne alacak.)
ULAŞIM YOK!
Müzik yasağı, sokağa çıkma yasağına dönüşmüş. Koskoca Bağdat Caddesi saat 24.00’te ölüyor, kimse yok. Biraz da ulaşım yüzünden olabilir mi? Marmaray, metro, otobüs, her şey bitiyor! Taksi ve dolmuşa kalıyorsunuz ki taksiler, burunlarından kıl aldırmıyor! Paranızla rezil olup, yalvar yakar biniyorsunuz. Yakında bütün İstanbullular “Martı”yla dolaşmaya başlayacak. İBB bir zahmet eskisi gibi gece ulaşımını da sağlamalı, yaz geceleri uzun olur! 24.00’ten sonra bütün kamu ulaşımları balkabağına dönüşüyor!