Ekonomi ve siyaset modern toplumda iç içe geçmiş iki farklı bilim dalı olmaktadır. Mustafa Kemal ATATÜRK Lozan Barış Görüşmeleri yapılırken İzmir İktisat Kongresinde bir ülkenin bağımsızlığın devam edebilmesi için ekonomik açıdan güçlü ve bağımsız olması gerekmektedir.
Napolyon’un Waterloo savaşının kaybetmesinin en büyük sebebi tahvil piyasası olurken Osmanlı Devleti’nin yıkılışını ise ekonomi birimlerin başka ülkelere bağlanmasından kaynaklanmıştır.
Ekonomi ve siyaset arasındaki ilişki karmaşık olmaktadır zira hükümetlerin politik yapılanmalarında ekonomik teorileri üzerine uyguladıkları tavır etkili olmaktadır. Örnek vermek gerekirse Çin Halk Cumhuriyeti Marksist ekonomiyi uygularken halk yüksek oranda yoksulluk çekmiştir ancak Dünya Ticaret Örgütüne katılımı ve kapitalist uygulamalar sonucu günümüzde en güçlü ekonomi ülkelerinden birisi olmaktadır.
Politik ekonomi, ekonomik teorilerin farklı sosyo-ekonomik sistemleri ve kamu politikasının uygulanmasını nasıl etkilediğini inceleyen bir sosyal bilimdir. Siyasi güçlerin ekonomiyi nasıl etkilediğini ve bunun tersinin yanı sıra siyaseti incelemek için ekonomik araçları nasıl kullandığını analiz eder. Örneğin, seçmenler ve çıkar grupları ekonomi politikası üzerinde güçlü bir etkiye sahipken, makroekonomik eğilimler siyasi yönü etkileyebilir.
Politik İktisat
Bir ülke ile diğeri arasındaki mali ve siyasi manzara, her ülkenin siyasi ideolojisine bağlı olarak büyük ölçüde değişebilir. Örneğin sosyalist veya kapitalist bir toplumda faaliyet göstermek, o ülkedeki ekonomik sistemin temelini belirler. Birleşik Krallık, ABD, Hong Kong ve Kanada gibi kapitalist ülkelerde ekonomi, varlıkların özel mülkiyeti ve malların fiyatını, gelirini, servetini ve dağıtımını belirleyen serbest piyasa ile karakterize edilir.
Öte yandan, sosyalist bir toplumda, zenginliği ve kaynakları daha eşit bir şekilde dağıtmayı amaçlayan hükümetten daha fazla müdahale vardır. Bir ülke siyasi yelpazenin neresinde yer alırsa alsın, ekonomisi büyük ölçüde siyasi konumundan etkilenecektir. Kapitalist bir toplumda, hükümetlerin ekonomiye daha az müdahalesi vardır, ancak bu, ekonomiyi etkilemedikleri anlamına gelmez.
Aslında, hükümetlerin birincil amaçlarından biri ekonomiyi yönetmektir. Ekonominin etkin yönetimi ile siyasi popülerlik ve güç arasında bir ilişki vardır. Bu nedenle, ekonomilerini canlı tutmak için harcamalarını para ve maliye politikası yoluyla ayarlamak hükümetlerin çıkarınadır.
Örneğin, enflasyonda bir artış olursa, hükümet talebi azaltmak ve enflasyonu düşürmek için vergi ödemelerini, tasarrufları, faiz oranlarını ve ithalatı kullanır. Öte yandan, bir durgunluk olursa, hükümet, talebi artırmak ve işsizliği azaltmak için yatırımlar, vergi ve faiz oranlarının düşürülmesi, Kamu Sektörü Borçlanma İhtiyacı (PSBR) ve ihracat gibi enjeksiyonları kullanacak. Kesinti ve belirsizlik piyasaya olan güveni etkileyebileceğinden, siyasi istikrar ekonomik büyüme için de iyidir
Finans ve Siyaset
Kriz zamanları, ekonomi ve siyaset arasındaki bağlantıyı keskin bir şekilde vurgular. İkinci Dünya Savaşı’nın ve Avrupa ülkelerindeki görülen sağ merkeziyet partilerin yükselişi finansal borçlardan kaynaklanmaktadır, 1931’de Almanya’daki mali kriz ile ardından Nazi Partisi’nin yükselişi arasındaki bağlantılar ile sağcı popülizme yol açtığı gözlemlenmektedir.
2008’deki yaşanan finansal kriz beraberinde birçok siyasi problem doğurmuştur örnek verilmek istenirse günümüzde devam eden Rusya-Ukrayna Savaşının politik nedenleri temel oluşturmuş Arap baharın başlamasına sebep olmuştur. Özellikle Suriye Savaşının başlamasında finansal krizin doğurduğu işsizlik problemi halkın yoksullaşması ve demokratik çözümlerin bulunulamaması iç savaşı doğurmuştur.
Covid-19 pandemisinde ise Batı, aşırı sağcı siyasi güçlerde banka kurtarma paketlerinin maliyetinden, kaybolan ekonomik büyümeden, kamu borcundan, kemer sıkma politikalarından ve krizin neden olduğu artan eşitsizlikten kaynaklanan bir büyüme gördü. Ayrıca, COVID-19 salgınına yanıt olarak aşırı sağ siyasette başka bir yükseliş görmekteyiz.
Zeynep BALA