
Eğitimin Kayıp Kıyameti – Duygu Terzioğlu
Ekonomik kalkınmanın en önemli sermayelerinden biri şüphesiz eğitimdir. Eğitimli bir toplum, bilimde, sanatta ve felsefede ilerler; bu ilerleme de beraberinde ekonomik refahı getirir. En basit örnek, Rönesans ve Reform hareketleriyle aydınlanan Avrupa’dır. Sanat, bilim ve düşünce alanındaki birikim, yeni fikirlerin doğuşuna zemin hazırlamış ve nihayetinde ekonomik refahı da tetiklemiştir.
Burada sosyal saygı, neredeyse tamamen ekonomik güçle ölçülür. Kazandığın paranın miktarı, toplumdaki itibarını belirler. Bu durum, eğitim sisteminin zayıflığının bir göstergesidir. İlkel toplumlarda hayatta kalma içgüdüsü hâkim olduğu için, yapılan işin topluma katkısı veya derinliği pek önemsenmez. İlkokul mezunu birinin ticaret yaparak zenginleşmesi ve bu sayede saygınlık kazanması, maalesef sıradan bir olaydır.
Bu zenginler, ilkel toplum yapısında saygı görür; çünkü toplumun odak noktası bilgi ve erdem değil, parıltılı dış görünüş ve maddi başarıdır. İlkel zihniyet, insanın içsel değerlerini keşfetmektense yüzeysel tatminlere yönelir. Servetlerinin yarattığı şatafat, onlara gerçek saygı değil, korku ve hayranlık kazandırır. İnsanlar bu zenginlerin peşinden giderken, kendi içsel potansiyellerini unutur ve toplumsal dönüşümü erteleyerek geçmişin gölgesinde yaşamaya devam eder.
Ancak gözden kaçan bir gerçek vardır: Sınıf farkı derinleştikçe, eşitsizlik bir uçuruma dönüşür. Oysa sınıf ayrımı olacaksa, bu kesinlikle “eğitimli” ve “eğitimsiz” şeklinde olmalıdır. Çünkü eğitimsiz bir toplum, cehaletin ve yüzeyselliğin kıskacına düşer. Tüketim çılgınlığı ve kısa vadeli kazanç hırsı öne çıkar. Toplum bu gidişatı sorgulamaz, hatta bir rüyada olduğunu bile fark etmez.
Kültürel elit, bilgiyi, sanatı ve düşünceyi özümseyerek toplumun ruhunu besleyen bir bahçıvan gibidir. Sanat eserleri, edebiyat ve felsefi tartışmalar, bireylerin ufkunu genişletir. Bu insanlar sadece akademik başarılarıyla değil, sosyal duyarlılıklarıyla da öne çıkar. Adalet, eşitlik ve insan onuru için mücadele ederler. Bilim ile sosyal bilimlerin etkileşimi, yenilikçi düşüncenin ve problem çözme yeteneğinin temelidir. Bu süreç, üretimi ve verimliliği artırır; üretim arttıkça ekonomik refah da yükselir.
Oysa ilkel toplumlarda entelektüel birikime sahip insanların değeri yoktur. Toplum için önemli olan paradır; para yoksa, saygı da yoktur.
Gerçek zenginlik cüzdanlarda değil, akıllarda ve kalplerde saklıdır. Servet, bilgi ve bireysel sorumlulukla harmanlanmadıkça evrensel değerlere ulaşamaz. İnsanın yaratıcılığı, bir sofra etrafında kurulan sıcak sohbetlerde yeşerir. Paranın soğuk hikâyesi ise yalnızca ruhsal bir çürümeye yol açar; köksüz bir ağaç gibi, ihtiyaç duyulan gölgeyi asla sunamaz.
Eğitimsiz zengin, rüzgârın savurduğu bir yaprak gibidir: Maddi gücü vardır ama entelektüel derinlikten yoksundur. Bu kişiler, ekonomik güçleriyle geçici bir etki yaratabilir, ancak bu etki, elmasların parıltısında kaybolan soluk bir ışık gibi kalacaktır.
Bu toplumsal çürümeyi en iyi özetleyen, “Babil” dizisindeki bir replikle bitirelim:
“Okumak yerine saadet zinciriyle para kazanmayı hedefleyen öğrencisine profesörün cevabı şöyle olur: ‘Üretmeyen toplumlar çökmeye mahkûmdur. Sen aklını üretmeye yönelt. Makbul olan, çalışıp üretmektir.’ ”
Duygu Terzioğlu
Konuk Yazar