Ebeveynlerinizin yaşamınızı nasıl şekillendirdiği üzerine kafa yorduğunuzda, aklınıza herhalde, size olan sevgi dolu ya da sert davranışlarından tutun da, fedakar ya da baskıcı davranışlarına pek çok şey gelir. Aslında anne ve babalarımız, belki de hiç aklımıza bile gelmeyen ama yaşamınızda büyük etkisi olan bir hediye bırakıyor bizlere: İsmimiz.
Doğduğumuzda bize verilen isim, onu sevip sevmediğimiz ya da o ismin toplumda kabul görüp görmediğine göre yaşamlarımızı farklı şekillendiriyor.
Ebeveynler genelde yeni doğan çocuklarına bir isim seçmeye çalışırken büyük uğraş verirler. Bu çaba, bir çeşit yaratıcılık sınavına dönüşebilir, anne ve babalarda sanki seçecekleri isim kimlikleri ve karakterlerinin bir dışavurumuymuş hissi de yaratabilir.
Ancak çoğu ebeveyn farkında olmasa da, çocukları için seçtikleri isim, çocuğun başkaları tarafından nasıl görüldüğünü de, ileride nasıl bir karakteri olacağını da şekillendirecek kadar önemlidir.
‘İsim bireyin benliğinin temelini oluşturur’
ABD’deki Arizona Eyalet Üniversitesi’nde isimlerin psikolojisi üzerine çalışan David Zhu, “Bir isim, bireyi tanımlamak ve başka bireyler ile iletişim kurmasını sağlamak için kullanıldığı üzere, bireyin benlik kavramının da temelini oluşturur” diyor.
Karakterimizi belirleyen elbette sadece ismimiz değil. Sahip olduğumuz genler kadar, büyürken yaşadığımız deneyimler, özellikle de kimlerle vakit geçirdiğimiz, hem iş hem de özel hayatımızda nasıl sorumluluklar üstlendiğimiz de, başlıca faktörler arasında.
Ancak genelde doğumdan yaşamımızın sonuna kadar bizimle kalan ismimizin oynadığı rolü de unutmamak gerek.
11 Eylül sonrası Arapça isimlere önyargı
Kişilik Kuramı’nın kurucularından Gordon Allport, 1961 yılında “İsmimiz, yaşamımız boyunca öz kimliğimize ilişkin en önemli dayanak noktası olmayı sürdürüyor” ifadelerini kullanmıştı.
İsmimiz, hangi etnik gruba ait olduğumuz ve kimliğimizle ilgili başka unsurlarla ilgili de bazı detayları açığa vurabilir ve toplumsal önyargıların baskın olduğu bir dünyada kaçınılmaz sonuçlar doğurabilir. Nitekim ABD’de 11 Eylül saldırılarının ardından yapılan bir araştırma, iş başvurularında kulağa Arapça gelen isimlerin mülakatlara çağrılması ihtimalinin daha az olduğuna işaret etmişti. İsimlerin çoğu zaman etnik ve kimliğimize ilişkin diğer unsurlar konusunda yanıltıcı olduğunu da unutmayalım.
İsmimizin yarattığı sonuçlar, bunlarla sınırlı değil. Belli bir kültürde bazı isimler çok kullanılan ya da az bilinen isimler olabilecekleri gibi, olumlu ya da olumsuz çağrışımlara neden olabiliyorlar . Bunda ne anlama geldikleri kadar da, demode ya da itici bulunmaları da etkili ve zaman içinde bu görüşler de değişim ve dönüşüm yaşıyorlar. Dolayısıyla ismimiz kaçınılmaz olarak insanların bize olan davranışını da, bizim kendimizle ilgili duygularımızı da şekillendiriyor.
2000’li yıllarda ABD’li psikolog Jean Twenge’in liderlik ettiği bir araştırma, ailesinin hangi gruba ait olduğundan ya da hayatla ilgili tatminsizlik halinden bağımsız olarak, isminden mutlu olmayan bireylerin, psikolojik olarak uyum sağlama becerilerinin de daha zayıf olduğunu ortaya koymuştu.
‘İsim bireyin sembolü haline gelir’
Araştırma, bunda iki faktörün etkili olduğuna işaret etti: Ya başkaları ismini beğenmediği ya da bizzat kendisi isminden memnun olmadığı için kişinin kendine güveni zayıflıyordu ya da kendine olan güveninin zayıf olması sonucu, o kişi isminden de memnun değildi. Twenge ve ekip arkadaşının makalesinde “İsim, bireyin sembolü haline gelir” ifadesi yer alıyordu.
Eğer ilişki durumu yaşamımız boyunca insanların nasıl davranışlarına maruz kaldığımızı genel olarak temsil edebiliyorsa, isimleri nedeniyle ilişkilerinin nasıl şekillendiği ve bunun karşılığında nasıl kişilere dönüştüklerini de daha kolay görebiliriz.
Yine Almanya’da yapılan ve basılmakta olan bir başka araştırma da katılımcıların, ismi kendilerinde olumsuz çağrışım yapan yabancı bir kimseye yardım etmeye, olumlu çağrışım yapanlara oranla daha az meyilli olduklarını ortaya koydu.
Yaşamı boyunca ismi nedeniyle başkalarından tekrar tekrar reddedilen bir insanın, güvenilen ve sıcakkanlı bir insana dönüşmesinin zor olduğunu tahmin etmeniz olası. Çöpçatanlık siteleriyle ilgili araştırmanın diğer boyutu, bahsettiğimiz denklemi destekler nitelikte: Katılımcılar arasında ismi beğenilmediği için daha fazla reddedilmiş olanların eğitim seviyeleri ile kendilerine olan güvenlerinin de daha düşük olduğu gözlenlenmiş. Sanki bu buluşma platformunda deneyimledikleri reddedilme hali, genel olarak yaşamlarında maruz kaldıklarının bir yansımasıymış gibi.
Bazı isimler ‘suça daha meyilli’
Olumsuz çağrışım yapan ya da popüler olmayan isimlerin yarattığı hasar, başka araştırmalarda da ele alındı. Pekin’de Psikololoji Enstitüsü’nde çalışmalar yürüten Huajian Cai ve meslektaşları, yüzbinlerce ismi çeşitli suçlardan hüküm giyme risklerine göre incelediler.
Katılımcıların kimliklerini belirleyen demografik faktörlerin etkisi sabit tutulduğunda dahi, ismi daha az popüler olan ya da olumsuz çağrışım yapan isimlerin bir suça karışma ihtimalinin daha fazla olduğunu ortaya koydu. Yani ismin nasıl algılandığının toplumda daha az kabul görmesinin de etkisiyle suç davranışına eğilime neden olabildiği görüldü.
Cai, araştırmaya ilişkin “İyi ya da kötü ismin, iyi ya da kötü sonuçlar doğurma potansiyeli olduğu üzere, ailelere bağlı oldukları kültürde iyi çağrışım yapan isimler vermelerini tavsiye ediyorum” yorumunda bulundu.
Olumlu etkileri neler?
Öte yandan bazı araştırmalar isim seçiminin olumsuz değil olumlu etkilerine de dikkat çekiyor.
Örneğin Marla gibi tınısı ya da titreşimi olan ve daha akıcı isimleri olan insanların, Eric ya da Kirk gibi kulağa daha sert gelen isimleri olan insanlara oranla başkaları tarafından daha uyumlu ve hoş insanlar olarak algılandıklarına ilişkin bulgular var.
Daha az kullanılan bazı isimlerin de kısa vadede başkaları tarafından kabul edilmeme ya da beğenilmeme gibi bazı sonuçları olduğu kadar, bir çeşit “eşsizlik” duygusu da yarattığı düşünülüyor.
Cai ve ekibinin yaptığı daha güncel bir araştırma da bu yönde. Araştırmaya göre, ailesel etkenler ve sosyoekonomik altyapı gibi değişkenler sabit tutulduğunda, ismi pek duyulmamış olanların film yönetmenliği ya da yargıç gibi daha sıradışı mesleklere yönelmeleri ihtimali daha yüksek.
Araştırmacılar bunu , “görece benzersiz bir isme sahip olmaktan ileri gelen bir tür benzersiz kimliğe sahip olma duygusu” gelişeceği, bunun sonucunda da o insanda, kimliği ile eşleşebilecek türden sıradışı bir kariyer yolculuğunu bulma güdüsü yerleşeceği şeklinde açıklıyor.
Arizona Eyalet Üniversitesi’nden Zhu ve ekip arkadaşlarının yaptığı araştırmaya göre, az kulanılan bir ismi taşımak, bizi daha yaratıcı ve açık fikirli de yapabilir. Binlerce şirket yöneticisini isimleri ile karşılaştıran ekip, nadir duyulan isimlere sahip olanların yönetim stratejilerinde de doğal olarak daha kendine güvenli ve bir işin peşini bırakmamaya meyilli olduklarına dikkat çektiler.
Cai ve ekibinin araştırmasına paralel olarak, Zhu da şu yorumu yapıyor:
“Nadir kullanılan isimleri olan CEO’larda benlik kavramı oluşurken, meslektaşlarından farklılaşma ve geleneksel olmayan stratejiler gütme çabası etkili oluyor.”
Eğer yakında anne ya da baba olacaksanız, çocuğunuzun ileride daha çok sevilmesini ve daha popüler olmasını hayal ederek bilindik ve popüler isimlere yönelebilirsiniz, ya da daha sıradışı bir isim bulup yaratıcı ve özel hissetmelerini arzu ediyor olabilirsiniz.
Zhu’ya göre, hem nadir duyulan isimler hem de popüler isimler, kendilerine göre belli avantaj ve dezavantajlara sahip – yeni anne baba olacaklar da, bunu iyi değerlendirmeliler.
Zhu’nun bir önerisi de, çok kulanılan ama kolaylıkla daha sıradışı bir şeye dönüştürebilecekleri bir isim tercih etmeleri, bir yandan da “çocuğun ne kadar eşsiz olduğunun farkına varmasına yardım edecek yollar bulmak, örneğin ona özel bir lakap takmak ya da eşsiz karakter özelliklerini sık sık dile getirmek”.