“Batı tipi demokrasi”lerin ilelebet yaşayacağına fanatikçe bir inanç besleyen, Atlantik sistemine bağlı iktidarların içine düştüğü çıkmazı görmek istemeyenlere yukarıdaki sorular ütopik gelebilir fakat bugün Batı medeniyetinin beşiği Fransa’ya tarafsız gözlerle baktığınızda karşınıza çıkan sorular bunlar…
Karşımızda, Ekim 2018’den bu yana dalga dalga yükselen ve toplumun farklı kesimlerine sirayet eden neoliberalizm karşıtı eylemler ve grevlerin sürdüğü, ekonomik krizle beraber geniş kitlelerin yoksulluk uçurumuna yuvarlandığı, communautarisme nedeniyle toplumsal yapısı bozulan, kolluk kuvvetlerinin banliyölerde kontrolü kaybettiği ve bütün bu yaşananların üzerine muvazzaf ve emekli askerlerin hükümet karşıtı bildiriler yayınladığı bir ülke var…
Ülkenin başkenti Paris’ten gelen haberler şehrin, Charles Dickens’in efsanevi eseri İki Şehrin Hikayesi’ni anımsatır şekilde kaynadığına işaret ediyor.
Batı merkezli medya ise efendilerine sadakatin gerektirdiği üzere, başka bir ülkede yaşansa gün boyu canlı yayınlarla vereceği gelişmeleri, düşük yoğunluklu bir halde yayınlamaya devam ediyor.
Başa dönelim ve sorduğumuz sorulara cevap arayalım…
BİLDİRİ YAYINLAYAN ASKERLERİN ARKASINDAKİ MİRAS
Macron hükümeti karşıtı bildiri yayınlayan askerlerin siyasi reflekslerini değerlendirirken, Fransa’nın sanıldığının aksine askeri darbelere uzak bir ülke olmadığını not etmekte yarar var.
Büyük 1789 Devrimi’ne karşı Napoléon Bonaparte önderliğinde gerçekleşen 18 Brumaire’den bu yana ülke siyasetinin içinde olan askerler, V.Cumhuriyet’in kuruluşunda da belirleyici bir rol oynadılar.
Louis Bonaparte’da aile geleneğini sürdürerek 1852’de bir başka darbe girişiminde bulundu. Karl Marx, Le 18 Brumaire de Louis Bonaparte adlı eserinde bu süreci detaylı bir biçimde anlatır.
1958’de ise Fransa’nın sömürgesi olan Cezayir’de patlak veren bağımsızlık savaşına karşı hükümetin izlediği siyaseti “zayıf” olarak nitelendiren General Raoul Salan ve General Jacques Massu önderliğindeki askerler, Cezayir merkezli bir darbe ile yönetimi ele aldılar. Korsika’nın kontrolünü ele geçiren generaller, hükümeti devirmek için Paris’e doğru yola çıktılar.
Gelişmeler karşısında çaresiz kalan Fransız siyasi eliti, iktidarı askerlerin desteklediği General de Gaulle’e teslim ediverdi.
De Gaulle’ün iktidara gelişinden sadece 2 sene sonra, Cezayir’in bağımsızlığı yönünde tavizler verilmesi üzerine aynı generaller, bu sefer De Gaulle’ü iktidardan indirmek için yeni bir darbe hazırlığına girişmişler fakat Nisan 1961’de ayaklanma bastırılmıştı.
Köprünün altından çok su aksa da askerler Fransa’nın özellikle dış politikasını belirleyen asli unsur olarak kalmayı bildi.
PERDENİN ARKASINDAKİ İSİM: GENERAL DE VILLIERS
Macron karşıtı askeri başkaldırının başlangıç fişeği ise Temmuz 2017’de hükümet ile orduya ayrılan bütçe konusunda anlaşmazlık yaşayan dönemin Genelkurmay Başkanı Pierre de Villiers’nin istifasıyla atıldı.
General de Villiers, istifa sonrası Hizmet ve Lider Nedir? adlı iki kitap kaleme almanın yanı sıra ABD merkezli Boston Consulting Group adlı uluslararası danışmanlık şirketinde görev aldı.
General de Villiers’nin hizmet ettiği şirketin kullandığı “Küreselleşme düşüşte değil sadece şekil değiştiriyor” ifadelerini bir köşeye not etmekte yarar var.
Generalin, farklı tarihlerde Macron karşıtı bildiri yayınlayan ve “gerekirse göreve hazırız” ifadesini kullanmaktan çekinmeyen, içinde muvazzaf subaylarında bulunduğu askerlerin bir kısmıyla bağlantılı olduğu biliniyor.
Atlantik ittifakına yakın basın organları da son dönemde General de Villiers’yi Fransa’nın kurtarıcısı olarak sunma çalışmalarına hız vermiş durumda.
Le Figaro, yayınladığı anketlerde 2022 Başkanlık seçimlerinde aday olması halinde “Fransız halkının %20’den fazlasının” General’e oy vereceğini iddia ediyor.
Önündeki pastanın paylaşılmasından korkan Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen de Macron karşıtı bildiri yayınlayan askerlere desteğini sunmakta gecikmedi ve imzacıları partisinde birleşmeye çağırdı.
AYNI OYUN TEKRAR SAHNEDE
Reagen-Thatcher ekolünün Fransa’daki ayağı “Sosyalist” François Mitterand döneminden bu yana ülkede vahşi biçimde süren sosyal devleti yok etme projesi, uluslararası tröstlerin Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la devam ediyor.
Diğer yandan kendini ulus devlet olarak tanımlamaya devam eden Fransa, eski sömürgelerinden gelen yeni göçmenleri ve ikinci hatta üçüncü kuşak göçmen çocuklarını “millet” potasında eritmeyi artık başaramıyor.
1960’larda tökezlemeye başlayan sistem bugün iflas etmiş durumda.
Ülke communautarisme teslim olurken, bu durumun bir sonucu olarak kenar mahallelerde devlet her anlamda kontrolü kaybetmiş durumda.
Derinleşen ekonomik kriz orta sınıf temelli Sarı Yelekliler eylemleri başta olmak üzere işçilerin, köylülerin, zanaatkarların ve öğrencilerin ardı arkası kesilmez eylemlerini tetiklemiş durumda…
Fransız devletinin önemli isimlerinden eski Başbakan Edouard Balladur, eylemlerin 1968 hareketinin çok ötesinde olduğu değerlendirmesinde bulunurken ; “Çok endişeliyim, olaylar vahim bir şekilde sonlanabilir. 1968’de Fransa’nın geleceği ile ilgili iyimserlik ve inanç vardı. Bugün bütün bu hayaller uçup gitmiş durumda (…) 1968’de önümüzdeki sorun bugüne kıyasla daha kolaydı” ifadelerini kullandı.
Liberal-Küreselleşmeci Bernard Henri Lévy ve benzerleri ise sokaktaki kitleleri “darbeci” olarak suçlayarak, askerlerin yanına itme görevlerini sürdürüyorlar.
Eldeki somut verilerle durumu değerlendirdiğimizde;
Eylemlerle beraber halk desteği %18’lere kadar gerileyen hükümetin sallantıda olduğu Macron’u iktidara taşıyan çevrelerce de tespit edilirken, yerine alternatifler arandığı ortada.
Bu doğrultuda, tıpkı II.Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi kurulu düzeni korumak isteyen uluslararası sermayenin, işlevini kaybetmiş Macron ve benzerlerinin daha sert ve sağ küreselleşmeciler olarak tanımlayabileceğimiz bir alternatif tarafından tasfiyesine yeşil ışık yakması olasıdır.
Düzene tepki gösteren geniş fakat örgütsüz kitlelere, General de Villiers tipi “kurtarıcıların” işaret edilmesinin altında bu gerçek yatıyor.
Böylelikle, sosyal haklar ve kamucu siyasetler talebiyle sokağa çıkan halk, milliyetçilik örtüsü altında saklanmış fakat özünde NATO’cu ve küreselleşmeci oluşumların içinde iğdiş edilerek, sistem içinde tutulmuş olacak.
Fakat tarih, düzenin ve koruyucularının her zaman galip gelmediğini yazıyor.
Fransa özelinde, NATO karşıtı De Gaulle’cüleri ve Komünistleri bir araya getirebilecek bir hareket, bugün “liberal küreselleşmecilik” maskesini takmış olan faşizmi, tıpkı II.Dünya Savaşı’nda olduğu gibi tarihin mezarlığına gömebilir.
Giyotin bir kez çalışmaya başladı…
Albert Camus’nün sıkça ifade ettiği üzere; “Giyotin bıçağının kusuru, şansa hiç mi hiç yer bırakmamasıydı”.
(Not: Onur Sinan Güzaltan’ın bu makalesi United World International sitesinde İngilizce yayınlanmıştır.)