Aşk, çağlar boyunca oyun yazarlarının, şairlerin, sanatçıların ve bestecilerin ilham kaynağı olurken, birçoğu bu esrarengiz duyguyu ölçmeye, tanımlamaya ve anlamaya çalıştı. Bu yolda ortaya çıkan en önemli sorulardan biri de, aşkın ve sevginin sadece biyolojik bir şey olup olmadığıydı.
Anne ve aile sevgisinin biyolojik temellerini inceleyen pek çok araştırma bulunuyor olsa da, romantik aşka baktığımızda tanımlamalar da dahil olmak üzere durum biraz karışıyor. Aşık olmak, genellikle pek çok farklı duygudan oluşan bir duygu seli olarak tanımlanıyor. Aşkın karmaşık doğası göz önüne alındığında, şairlerin tam olarak ne olduğunu tanımlama konusunda bilim insanlarından daha iyi bir iş çıkarmış olması (mükemmel olmasa da) pek şaşırtıcı değil.
Aşkın nörokimyasal bir yapı olup olmadığını incelemeye başlamak için, beyinde neler olup bittiğini anlamamız gerekiyor.
Nispeten yakın zamana kadar bilim insanlarının bu soruyu araştırmak için araçları bile yoktu. 21. yüzyılın başlarına kadar, araştırmaların çoğu aşk ve çekim psikolojisine odaklanmıştı. 2007 tarihli bir inceleme, bu alandaki erken nörobiyolojik çalışmaları özetledi.
Beynin özellikle aşk duygularıyla ilgili bölgelerinin yüksek konsantrasyonlarda nörotransmitter dopamin içerdiği zaten biliniyordu. Yazar Semir Zeki‘nin açıkladığı gibi “Dopamin salınımı kişiyi ‘kendini iyi hissetme’ durumuna sokar ve dopamin sadece ilişkilerin oluşumuyla değil, aynı zamanda sonuç olarak ödüllendirici ve ‘iyi hissetme’ egzersizi olarak kabul edilen seksle de yakından bağlantılı görünmektedir. “
Ancak bu ilk duygu patlaması sırasında dopamin artarken, başka bir nöroiletici olan serotonin tükeniyor gibi görünüyor. Zeki’nin söylediğine göre bu, obsesif kompulsif bozukluğu olanların beyinlerinde görülen bir etkiye benziyor ve bir ilişkinin ilk aşamalarında hissedebilen, düşüncelerin sadece romantik partnere odaklanması olayına sebep oluyor.
Ayrıca beynin bazı bölgeleri romantik aşka tepki olarak azalmış aktivasyon gösterir. Zeki’nin öne sürdüğü üzere bunlar, amigdala ve frontal korteks bölgelerini içeriyor, sevgiliye karşı hissedilebilecek yargıları azaltarak ve onların daha olumlu bir şekilde görülmesine sebep oluyor.
“Kimyasallar” ve “romantizm” denilince akla ilk gelen şeylerden biri de feromonlardır. Popüler kültüre göre insanlar, potansiyel partnerleri için karşı konulamaz olan kokulu sinyaller yayarlar. Ancak, hayvanlar aleminde yapılan araştırmalar gerçekten de bazı canlıların üreme döngülerinde feromonların önemli olduğunu gösteriyor olsa da, insanlarda var olduklarına dair yeterli kanıt bulunmuyor.
Beyin kimyasalları arasında göz ardı edilemeyecek en önemli örnek, “aşk hormonu” olarak da adlandırılan oksitosin olabilir.
Oksitosinin ilk tanımları, hamilelik ve doğumdaki kilit rolleri hakkındaydı. Daha sonra yapılan araştırmalar, oksitosinin cinsel işlevlerle de bağlantılı olduğunu, memelilerin birbirleriyle bağ kurmasına yardımcı olduğunu ve hatta kırık bir kalbi onarmaya yardımcı olabileceğini öneriyordu. Bilim insanlarının bu “kucaklaşma kimyasalını” anlamaya başlamasına yardımcı olan çalışmaların çoğu, bu ismin ortaya çıkmasına yardımcı olan çok sevimli bir kemirgen üzerinde yapılan çalışmalardan geldi.
Kır fareleri tek eşli çiftler oluşturur ve eşleriyle yuvaları paylaşırlar, bu da bu tür araştırmalar için mükemmel denekler olmalarını sağlar. 2017 yılında düzenlenen ve bu küçük, sevimli fareleri içeren bir araştırma, aşkın sinirsel kodunu kırabildiğini ve romantik bağ sırasında beynin ödül merkezlerine oksitosin (ve dopamin) seli gönderen bir sinir ağı bulduğunu iddia etti.
2017 kır faresi çalışmasının yazarları, tanımladıkları sinir sistemini ele geçirerek tarla farelerinin temel olarak birbirlerine aşık olmalarını da sağlamayı başardı.
Ancak bilim insanlarının insanlarda ilgili hormonlar ve tam etkileri hakkında halen bilmedikleri pek çok şey var. Aşık olduğumuzda arka planda pek çok farklı biyokimyasalın çalışmaya başladığını kesinlikle biliyoruz. The Conversation için yazan nörolog Parashkev Nachev’in da dediği üzere “Fakat aşkın ‘sadece’ beyin kimyası olduğunu söylemek, Romeo ve Juliet’in ‘sadece’ kelimeler olduğunu söylemek gibidir – asıl konuyu kaçırır. Sanat gibi aşk da parçaların toplamından daha fazlasıdır.“
Chip